Yazar Veli Dalbudak, Roman Bağlamında Antandros Kenti ve Aeneas Rotasını anlattı

Yazar Veli Dalbudak, Roman Bağlamında Antandros Kenti ve Aeneas Rotasını anlattı

"Bir romanın peşinden giderken arkeoloji biliminin toprağın altından çıkararak yolumuza serdiği pişmiş toprak kırıklarının izini sürdüm. Kırık parçaların üzerindeki pası sildim, ince fırçalarla tozunu aldım, büyüteçle yakın plan inceledim. Coğrafyada ürkek ama kararlı adımlarla dolaştım. Zaman mekan ilişkisinin dönemsel kodlarına ulaştım" diyen yazar Veli Dalbudak, Antandros & Roma" eserini doğuran olayları ve duyguları anlattı.

Balıkesir'in Edremit ilçesinin Altınoluk semti; arkeoloji, sanat tarihi, mitoloji, sanat ve antik lezzetlerin buluştuğu bir festivale hazırlanıyor.  Antandros Antik Fest 16-18 Mayıs 2025 tarihlerinde gerçekleştirilecek. Antandros antik kenti arkeoloji kazıları sadece alanda keşfedilen eserlerle değil, Sivil Toplum Örgütleri ve yerli halk dayanışması ile gerçekleştirdiği takdire şayan tanıtım faaliyetleri ile de Türk arkeoloji Tarihinde özel bir yere sahip. Özellikle Antandros Derneği'nin pek çok fuar alanında bu antik kentin tanıtımı için sergilediği çabalar takdire şayan. Antandros'un dikkar çeken bir özelliği de çok sayıda edebiyat eserine ilham kaynağı olması. Antandros'ta arkeologların aydınlattığı sırları romanlarına taşıyan başarılı yazarlardan biri de Veli Dalbudak.

18 Mayıs'ta Antandros Antik Fest'te imza günü ile okurları ile buluşacak yazar Veli Dalbudak; Balıkesir’de 1968 yılında doğdu. Veli Dalbudak, Zağnospaşa İlkokulu, Karesi Ortaokulu ve Muharrem Hasbi Koray Lisesi’nde okuduktan sonra Yıldız Teknik Üniversitesi Kocaeli Mühendislik Fakültesi’nden Elektronik ve Haberleşme Mühendisi olarak mezun oldu. İstanbul’da kurucusu olduğu şirket ile ülkemizin önde gelen telekomünikasyon projelerinde görev aldı. Mesleğinin yanısıra yazma tutkusunu hayatının her döneminde sürdürdü. Çeşitli dergi, gazete ve dijital mecralarda yazı ve şiirleri yayınlandı. 2015 yılında ilk kitabı “Havaya Toprağa Suya Yazılan Yazılar” okuyucuyla buluştu. Ardından 2020 yılında “Taşra Küçük İstanbul” isimli romanı raflarda yerini aldı. "Antandros & Roma" eseri ise Nisan 2023 tarihinde gün ışığına çıkmıştır. 

Yazar Veli Dalbudak, hem kendi çalışmaları hem de Antandros Antik Kenti'nin macerasını arkeolojşkhaber.com okurlarına şöyle anlattı: 

ROMAN BAĞLAMINDA ANTANDROS ANTİK KENTİ VE AENEAS ROTASI

Antandros Antik Kenti, bugünkü Altınoluk’un 2 kilometre doğusunda yer almaktadır. Antandros’un yerini 1842 yılında Heinrich Kiepert tespit etmiştir. Avcılar köyüne gelen Kiepert cami duvarında Antandros isminin geçtiği yazıtı keşfeder. Bu bilgiye dayanarak elinde bulunan 1:100.000 ölçekli haritaya Antandros kentini lokalize eder. Daha sonra 1888 yılında tekrar gelir. Bu defa ANT harflerinin bulunduğu Antandros sikkelerini görür ve bunların bulunduğu Dervent Tepe’ye gelerek araştırma yapar. Bu araştırmalarda şehir yerleşmesini doğrulayacak mermer ve seramik parçaları bulur. Bu arada 1881 yılında Heinrich Schliemann da bölgeye gelerek benzer tespitler yapmıştır. Günümüze daha yakın zamanlarda ise J.M. Cook 1959 ve 1968 de iki kez ziyaret ederek Dervent isminin nereden kaynaklandığında dair incelemeler yapmıştır. Denize doğru dik inen bu tepenin yolu keserek sadece denizin kıyısından dar bir geçit imkanı vermesini ve tepenin Doğu yamacında yerleşmenin olmadığı yerleşme için batı yamacının kullanıldığını değerlendirmiştir. Antandros yerleşmesinin bulunduğu Kaletaşı (Dervent) Tepesinin batısında uzanan sahil şeridinin imara açılması sonucunda 1989 yılında başlayan yapılanma çalışmalarında bazı mezarlara rastlanmış ve bunun sonucunda 1991 yılında Müze Kurtarma Kazıları başlatılmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda bu alanın MÖ 7. Yüzyıldan MÖ 2. Yüzyıla kadar nekropolis alanı olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. 2000 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji BölümüKlasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Gürcan Polat başkanlığında bir ekip tarafından yüzey araştırması gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma sonucunda Kaletaşı Tepesinde sur ile çevrili bir yerleşimin varlığı saptanmıştır. Çam ağaçları ile kaplı olan tepe üzerinde yapılan incelemelerde elde edilen malzemelerden bu yerleşmenin MÖ geç 5. Yüzyıldan başlayıp 4. Yüzyıl boyunca kullanıldığı anlaşılmıştır. Tepenin batı yamacında yapılan yüzey araştırmasında elde edilen veriler bu alanın en azından MÖ 6.yüzyıldan başlayıp Bizans dönemini de içeren uzun bir zaman dilimi boyunca iskan gördüğünü ortaya koymuştur. ( Antandros.org, Araştırma Tarihçesi bölümü)

2020 yılında tanıştığım Antandros Antik Kenti hakkında, tarih ve arkeoloji konularından uzak olan geniş kitlelere de duyurabilmek adına bir roman yazmaya başladım. Burada sizlere romanı anlatmayacağım ama romanın yazımına giden yolda başıma gelenleri “Büyülü Gerçekçilik” diliyle ifade etmeye çalışacağım.

Konumuzu 4 alt başlık halinde sunmak istiyorum sizlere…
 

TROYA VE ANTANDROS ÜZERİNDEN HOMEROS'UN İZİNDEN GİDENLER BİR ROMAN'IN PEŞİNDE AENEAS İLE FANTASTİK BULUŞMA ANTANDROS ROMA KİTABIYLA KAVUŞMA ANTANDROS'A GÜNCEL BAKIŞ

TROYA VE ANTANDROS ÜZERİNDEN HOMEROS’UN İZİNDEN GİDENLER


Homeros'u hiç okumamış olabilirsiniz.
Ama Homeros'un eserlerinin yanından geçmiş bir yazarın bir cümlesini hasbelkader okumuşsanız, Homeros'u okumuş sayılırsınız.
Yazarlar, hepimiz Gogol'un "Paltosu'ndan" çıktık derler.
Ama Homeros'un izinden gittiklerini de iyi bilirler.
Çünkü Gogol'un "Palto'su", Dostoyevski’nin insanın içini kemiren şüpheciliği, Tolstoy'un gerçekçi dindarlık felsefesi, Goethe'nin bilimsel romantizmi Homeros'un anlatıcılığının devamıdır.
Hepimiz Homeros'un büyük adımlarınının izinde küçük ve ürkek adımlarla ilerliyoruz aslında.
Sadece yazarlar değil, arkeologlar da Homeros’un takipçisi.
Homeros olmasa Troya olmayacağı gibi pek çok şey de olmayacaktı belki hayatımızda.
Belki ne Troya'nın ne de ANTANDROS’un ilk kazması bile vurulmayacaktı.
Çok bilinen ve her daim söylenen kelebek etkisi abartılı gibi görünse de burada da göreceğimiz gibi asla gerçek dışı değildir.
"Amazon ormanlarında bir kelebek kanat çırpsa ABD'de kasırga çıkar." diye örneklendirilir bu etki genel geçer konuşmalarda.
Buradan hareketle, şunu rahatlıkla söyleyebilirim:
Homeros, ilk cümleyi kurmasa İlyada olmaz, İlyada olmayınca Vergilius'un Aeneas’ı olmaz, Aeneas olmayınca ROMA olmaz, Antandros bilinmez ve ben burada farklı cümleler kuruyor olurdum.

HOMEROS'un izinden gidenler sadece yazarlar ve arkeologlar değil!
Dünyanın dört bir yanından koşa koşa gelip, nefes nefese TROYA ve ANTANDROS antik kentlerini adımlayan herkes, onun izlerini takibe devam ediyor.

Şimdi sizlere o izlerin peşinde öznel bir yolculuğu anlatmak istiyorum.
Benim içimdeki kelebeğin, kanat çırpışıdır belki de tüm olan biten…

BİR ROMANIN PEŞİNDE AENEAS İLE FANTASTİK BULUŞMA



Üç yıl önce ANTANDROS'u yazmaya yeltendim.
Hemen kalkıp gittim bugünkü Kazdağları'nın eteklerinden denize doğru uzanan antik kente.
Çocukluğumda zeytin ağaçlarının altında dolaşırken üstüne basıp geçtiğim bereketli toprakların altından bir ülke çıkmıştı.

Bu coğrafyanın bir evladı olarak bu ülkenin hikayesini öğrenmeliydim.
En yakınımdaki toprağa sordum önce!
Ne de olsa o saklıyor asırlardır koynunda…
Tozuna bulandım, kokladım, yüzümü sürdüm, ellerimle dokundum!
Ama sesini duyamadım toprağın!

Dağlara, denizlere, ovalara, derelere sordum!

Çınarların fısıldaşmalarını duydum. Zeytinin yakarışlarını dinledim. Çamın çıtırtısına kulak verdim.

Ağustos böceğinin şarkısına eşlik ettim.
Ot kokusunu, çam kokusunu, toprak kokusunu çektim içime.

Geçmişe daldım dipsiz bir kuyuya dalar gibi.
Kuyu beni bir zaman tüneline bağladı.
Zamanlar ve mekanlar arası dolaştım.
Yediğim içtiğim bende kalsın ama gördüklerimi yazdım.

Zaman tünelinde ilk işim Aeneas'ı aramak oldu.
Dağları aştım, denizler dolaştım.
Koştum, yürüdüm, süründüm…
Vahşi hayvanlarla dövüştüm.
Yaralandım!
Bir dişi kurt emzirdi beni!
İyileştim.
Oradan geçen bir Zümrüdü Anka'nın kanadına takıldım.
Uçtum, uçtum, uçtum…
Kafdağı'na vardım!!!
Orada ak sakallı bir bilgeye AENEAS'ı sordum?
Sakalını sıvazladı ve cevapladı beni Doğu ülkelerinin BİLGESİ:

"İnsanlar efsaneleri, mitleri hep çok uzaklarda ararlar ama uzakta değildir.
Tez geldiğin yere geri dön!!!
Ne ararsan önce kendinde ara, sonra etrafında ara.
Sen bana bir soru sordun şimdi de ben sana soracağım!
Senin geldiğin yerde yüksek bir dağ var mı?"

" Evet var, İDA DAĞI!!!"

"Tamam, oraya dön! En tepeye çık! Oradan bak her şeye! Ne var ne yok göreceksin! Ne arıyorsan bulacaksın! Oradan baktığında sana en yakın ( belki de en uzak) olan kendi içini de göreceksin! İçini görmeden, dışını göremezsin! Gördüğünü sanırsın ama gördüğün bir hayvanın gözlerinin gördüğünden fazlası değildir! İnsan gibi bak içine ve sonra da dışına! İnsan üstü şeyler göreceksin emin ol bundan!

Geri dönme kararı aldım!
Ama bineğim ZÜMRÜDÜ ANKA görünmüyordu ortalıkta.
Ben, yolcu yolunda gerek dedim ve ak sakallı bilgeye veda edip düştüm yollara.

Aeneas'ı bulma yolculuğum, AENEAS'ın ANTANDROS'tan çıkıp, ROMA'yı bulma yolculuğundan daha maceralı geçiyordu.
Ama pes etmeyecektim! Ne olursa olsun bulacaktım denizlerin efendisini!
Yürümeye devam ettim!
Ayaklarımın altı şişti!
Dağlar aştım, dereler geçtim ve en sonunda denize kavuştum!

Bir kayıkçıya AENEAS'ı sordum.
Adam bana yaklaştı! Saçlarıma, yanaklarıma, omuzlarıma dokundu!
Gerçek olup olmadığımı kontrol eder gibiydi.
Uzaylı görmüş gibi şaşkındı!

Nihayet kendine geldi.
Döndü ve telaşlı adımlarla kayığına atladı.
Elindeki maşrapayla kayıktaki suyu boşaltmaya başladı hızlı hızlı!
Sonra eliyle "GEL" işareti yaptı.
Koşar adım atladım kayığa.

Bir efsunlu hal vardı etrafımızda.
Kayık yağ gibi aktı suyun üstünde.
Ne motor sesi duyuluyordu ne de kürek!
Küçük bir adaya vardı yolumuz!
Kayıkçı, eliyle ağaçların arasında bir yeri işaret etti ve göz açıp kapayana kadar kaybolup gitti.

İşaret ettiği yer, bir mağara ağzıydı, daldım içeriye.
Karanlık, karanlık, zifiri karanlık!
Karanlık yuttu beni!

SONRA, bir kazma sesi duydum karanlığın içinden.
Konuşmalar çalındı kulağıma,
Profesör, Nilüfer ve Nilgün, "ROMA VİLLASI burası! Ay ne kadar güzel" falan diye konuşuyorlardı aralarında.
Bense o sırada, "ROMA VİLLASI" nın henüz günışığına çıkarılmamış,
misafir kabul salonunda AENEAS'la buluşmuştum.


Aeneas, iyi karşıladı beni.
Onca yolu onu görmek, hikayesini kendi ağzından dinlemek için geldiğimi duyunca çok şaşırdı.
"Senin hikayeni yazmak için buradayım, Kral'ım" dediğimde bana dönüp dedi ki;
-Evlat, senden önce Vergilius gelmişti.
Ona Troya’dan kaçışımızı anlattım, Antandros’a gelişimizi anlattım.
Bana "Bunları biliyorum, sen bana Roma'ya giden yolda başına gelenleri anlat" dedi. Her şeyi anlattım ona. Git, onun yazdıklarını oku!"
-Aeneas! Yüce Kral'ım! Sen benim gözümün içine bakmıyorsun sanırım!
İyi bak! İyi bak!
Bende Vergilius’u okumadan taaa buralara kadar gelecek göz var mı?
İyi bak! İyi bak ve söyle!
Sen ki Tanrıların şimşek ve yıldırımlarından hiç yılmadan yoluna devam etmiş bir kahramansın!
Senin destansı yolculuğunun tüm karelerini, seninle birlikte yaşamış gibi biliyorum.
Üstad Vergilius’un yazdıklarını, satır satır okudum ben.
Bak sana anlatayım biraz.
20 parça gemiyle sen, baban Ankhises, oğlun Askanius, Penat tanrıların ve yoldaşlarınla birlikte Antandros’tan Edremit Körfezi'ne açıldınız.
Ardından Enez'e geldiniz.

Fazla kalmadınız, Delos adasına geçtiniz.
Orada da aradığınızı bulamayıp Girit adasına vardınız.
Mevsimler boyu oyalandınız orada!

Sonra Mora yarımadasına çıkıp Strophades ve daha kuzeydeki Actium ve Buthrotum'da sürdü maceranız!
Ardından, İtalya'ya ilk ayak bastığınız yer neresi, onu da biliyorum!

CASTRO!

Çizmenin topuğundaki güzel kasaba!
Sana bir şey söyleyim mi!
Neden o güzel yerde kalmadınız?
Bence orada kalmalıydınız!
Ne fırtınaya tutulurdunuz ne de kasırgalarla uğraşırdınız!
Mutlu mesut yaşardınız orada!

Ama duramadınız, çizmeyi dolaşıp Sicilya'ya indiniz.
Cyclopum'da tek gözlü devlerle savaştınız.
Canınızı zor kurtarıp Drepanum'a geldiniz.
Oradan kuzeye Roma'ya gitmek için yelken açtınız ama iki adam boyu dalgalar sizi Kartaca'ya attı.

Kartaca'nın dul kraliçesi Dido adeta seni bekliyordu.
Onun bir krala senin ise bir krallığa ihtiyacın vardı.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuştu.
Güzel yıllar geçirdiniz orada!
Aşk dolu yıllar!

Ama ROMA seni bekliyordu, daha fazla duramazdın!
Ardında, bir kraliçenin aşkını ve cansız bedenini bırakarak açıldın Akdeniz’e.
Drepanum’a döndün yine.
Bu defa işi şansa bırakmadın!
En uygun havayı kollayıp ulaştın kuzeydeki Tiber nehrinin ağzına.

- Tamam evlat tamam her şeyi biliyorsun sen zaten! Peki benden ne istiyorsun?
- Aeneas, Yüce Kralım! Homeros İlyada'yı yazdı.
Antandros öncesi Troya’yı anlattı.

İlyada'dan sonra belki seni takip eder ve ANTANDROS'u anlatır diye düşünüyordum ama daha renkli bir tip olan Odysseus'u takip edip onu yazdı.
Neyse ki sonra Vergilius hatırladı seni. Ama o da Antandros sonrasını yazdı.
Senin ANTANDROS günlerin hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
Bana onları anlat. Tarihin boş kalan kısmını birlikte dolduralım.

ANTANDROS'u tarihe not düşelim.
ANTANDROS'u tüm dünyaya, tüm insanlığa anlatalım.
- Tamam şimdi anlaştık evlat! Geç otur şöyle bakalım. Kağıdını kalemini çıkart. Seninle işimiz uzun, yolumuz çetin. Yalnız senden tek bir söz istiyorum. O kutsal topraklara döndüğünde bunu mutlaka yerine getirmelisin! Söz mü?

ANTANDROS ROMA KİTABIYLA KAVUŞMA



AENEAS söyledi ben yazdım!
ANTANDROS'un o dönemini anlatıyor işte bu KİTAP!
O dönemi anlatmakla yetinmiyor bu dönemi de anlatıyor!

Antandros Roma kitabı, bu toprakların geçmişiyle bugününü buluşturuyor.
Antik kentle, bugünkü Altınoluk'u kahramanları üzerinden birbirine kavuşturuyor.
Okuyucuya zamanda yolculuk yaptırarak efsaneler arasında, efsunlu bir atmosferde dolaştırıyor.
Eski zamanda antik dönemi yaşatırken, şimdiki zamanda Altınoluk, Edremit, Burhaniye ve Ayvalık üzerinden Balıkesir’in güzelliklerini yaşatıyor.

Ne demiştik, tarihin en derinlerinden yola çıktı bu kitap!
Uzun bir yoldan geldi, daha uzun bir yola çıkmaya niyetli…
Siz de yola çıkmaya niyetliyseniz bu romanı yannıza alın.
Özellikle Balıkesir’e, Edremit’e, Altınoluk’a gidiyorsanız mutlaka alın.
“Kaç kere gelmiştim, hep aynıydı buralar ama bu defa başka bir yere geldim sanki”diyeceğinizden o kadar eminim ki!..
Çünkü artık bu toprakların hikayesini biliyorsunuz…

ANTANDROS'A GÜNCEL BAKIŞ

Balıkesir'in antik çağlara uzanan kolu olan, Antandros antik kenti, bugün itibariyle şehirimizin uluslararası bazda, sosyal, kültürel, ekonomik ve turistik anlamda parıl parıl parlayan bir yüzük taşıdır.

ADANMIŞ insanların tırnaklarıyla kazıyarak ortaya çıkarmaya çalıştığı bir antik kent burası!
Adeta iğneyle kuyu kazıyorlar.

İğneyle kuyu kazan insanları iyi anlarım!
Çünkü roman yazmak da iğneyle kuyu kazmak gibidir.

Çoğu kimselerin dert etmediği şeyi dert edinen insanlar toplanmış ANTANDROS Derneği'nde…
Amme hizmeti yapıyorlar.
Sınırlı imkanlarla sınırsız işler başarıyorlar.
Onların hikayesini de anlattım bu kitapta.

Tabii şunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Artık ANTANDROS Ören yeri ilan edilmeli ve ANTANDROS MÜZESİ kurulmalı!
Balıkesir’in bu konuda çok çok duyarlı yöneticileri var.
Büyükşehir Belediyesi ve Valilik ANTANDROS'un üstüne titriyorlar! Bu hassasiyetin artarak devam edeceğine inancım tamdır.

Bir romanın peşinden giderken arkeoloji biliminin toprağın altından çıkararak yolumuza serdiği pişmiş toprak kırıklarının izini sürdüm. Kırık parçaların üzerindeki pası sildim, ince fırçalarla tozunu aldım, büyüteçle yakın plan inceledim. Coğrafyada ürkek ama kararlı adımlarla dolaştım. Zaman mekan ilişkisinin dönemsel kodlarına ulaştım. Benden önce çokça anlatan ve yazan Sin-Leqi-Unninni gibi, Homeros gibi, Vergilius gibi, Dede Korkut gibi ozanları dinledim. Gılgamış’ı, İlyada’yı, Aeneas’ı, Basat’ı rehber edindim. Olimpos’da tanrıların sofrasına oturdum. Açık duran ellerinden şefkat gördüm ama yumruk yapılmış diğer ellerinden korktum! Eski dünyalara ait ne bulduysam aldım getirdim bugüne deli kızın çeyizi misali. Eski zamanlarda ne bulduysam, ne gördüysem, ne yaşadıysam bugün de aynı toprakların üzerinde aynı kaygıları, korkuları, acıları, sevinçleri, zalimleri, mazlumları, tanrıları ve kahramanları buldum, gördüm, yaşadım.

Roman, yeni ve farklı hayatlara davetiyedir. Meraklılar davete icabet eder. Okuyucu bazen umduğunu bazen bulduğunu yer!

Çoğu zaman yazar da umduğuyla değil bulduğuyla yetinmek zorunda kalır tıpkı bir arkeolog gibi… 

Veli Dalbudak / Arkeolojikhaber.com

İlgili Haberler


Benzer Haberler & Reklamlar