Özgen Acar: Arkeoloji mezunları İçişleri Bakanlığında istihdam edilmeli

Özgen Acar: Arkeoloji mezunları İçişleri Bakanlığında istihdam edilmeli

Arkeoloji alanı mezunlarını, sadece Kültür Bakanlığı değil İçişleri Bakanlığı da istihdam etmeli diyen yazar Özgen Acar, İçişleri Bakanlığı bünyesinde özel bir ekip kurulup alanında uzman arkeologların definecilikle mücadele ile görevlendirilmesini önerdi.

Cumhuriyet Muhabiri Selda Güneysu'yla yeni çıkan kitabı Çoban Herkül'ü Yordu üzerine söyleşen yazar Özgen Acar, "Defineciler işi abarttı. Metal detektörlerle değil, jeofizik aletleriyle arama yapıyorlar. Aletleri jiplerin altına takıp dağ bayır dolaşıyorlar. Aletlerin yardımıyla toprağın katmanlarını, katmanlarda ne olduğunu görüyorlar. Hükümetin bu duruma “dur” demesi gerekiyor " diyerek şu öneride bulundu: "Arkeoloji alanından mezunları, sadece Kültür Bakanlığı değil, İçişleri Bakanlığı da istihdam etmeli bana göre. İçişleri Bakanlığı bünyesinde özel bir ekip kurulup bu define avcılığı ile ilgili, alanında uzman arkeologları bu işle görevlendirmeliler"

İşte Selda Güneysu'nun Özgen Acar ile gerçekleştirdiği söyleşinin tamamı

Türkiye’nin en önemli kazı alanlarından biri Perge Antik Kenti. Bir heykel okulu... İşte bu okuldan on yıllar önce Türkiye’nin en önemli tarihi eserlerinden biri olan Yorgun Herkül, yurtdışına kaçırıldı. Hem de kazı alanında görevli bir işçi olan Süleyman Çoban tarafından. Çoban şimdi yaşamıyor, ama onun kaçırdığı heykelin filmleri aratmayacak öyküsü miras kaldı Türkiye’ye. Gazetemiz yazarı Özgen Acar, tıpkı Elmalı Definesi ve Karun Hazineleri’nde olduğu gibi Yorgun Herkül’ün Türkiye’ye iadesinde de aktif rol oynadı. Şimdi Acar, bu serüveni kitaplaştırdı. Acar, “ülkedeki tarihi eserlerin korunması için gençlere miras bırakmak istediği” bu kitabında, heykelin on yıllara uzanan iade sürecini anlatıyor. Anlatırken de heykelin özelinde bir ülkedeki kültür varlıklarının o ülkeye verdiği zenginliği “Yorgun Herkül” özelinde özetliyor...

Yazarımız Özgen Acar ile “Yorgun Herkül’ün tarihine” uzanan kitabını konuştuk...

> Yorgun Herkül heykelinin tarihsel ve kültürel önemi nedir?

> Yorgun Herkül Bergama ekolünden bir heykel. Lysippos diye bir heykeltıraş var. Bu heykeli ilk kez o yapmış. Peki kim bu adam? İstanbul’da, Hipodrom’daki Bizans Sarayı’nın üzerinde bulunan 4 at vardı. O 4 at bugün Venedik’te. Türkiye’den kaçırıldı. İşte o 4 atı yapan heykeltıraş bu. Tarihe imzasını bırakan önemli heykeltıraşlardan biri. Napolyon, İtalya’yı işgal ettiğinde, bu 4 atı aldı ve Louvre Müzesi’ne yerleştirdi. Aradan yıllar geçti, sonra Bonapart yenildi ve İtalyanlar bu 4 atın geri alma savaşını kazandılar, 1815’teki Viyana Kongresi’nde. Türkiye, yani o dönemde Osmanlı, o kongreye katılmadı. Viyana Antlaşması’nda 4 atın geri verileceğine dair bir madde var. Dünyada ilk kez uluslararası bir maddedir bu. Dolayısıyla atları Fransızlar, İtalya’ya geri vermek zorunda kaldılar. Louvre Müzesi’nin o zamanki müdürü, heykeli verirken “Kıymetini bilmezler” diye ağladı. Venedik’te sergilenmeye başlandı. Tunç olduğu için açık havada atlar bozulmaya başladı. Bunun üzerine kilisenin içine aldılar. Yani Yorgun Herkül’ün önemi de heykeltraşından geliyor.

> Yorgun Herkül’ün Türkiye’ye ait bir eser olduğunu nasıl fark ettiniz? Öncesinden kaçırıldığına dair bir bilginiz var mıydı?

> 1987-1990 yılları arasında New York’ta görevliydim. Bu süre zarfında, haftada bir-iki kez Metropolitan Müzesi’ne giderdim. Her gidişimde yeni bir şey öğrenirdim. Benim için orası bir okuldu. Müzeyi gezdiğim sıralarda da Türk gazetelerinde bir haber vardı. Perge’den kaçırılan bir Herkül lahdinin parçalarının dilim dilim kesilip kaçırıldığına dair. Perge’deki lahdi bulan kişi, İstanbul’daki kaçakçılarla temasa geçiyor. Kaçakçıların, “Bu lahit birkaç bin ton. Biz bunu nasıl kaçıracağız? Bunu dilim dilim kes” demesi üzerine, lahdi bulan kişi eseri dilim dilim parçalara ayırıyor. Lahdin her bir parçası ise ABD ve Avrupa’nın çeşitli yerlerine satılıyor. Müzeyi gezdiğim sırada da müzede geçici bir sergi bulunuyordu. Leon Levy-Shelby White çiftinin koleksiyon sergisi. O sergiyi gezerkenki amacım, haberde bahsedilen Herkül lahdinden parçalar olup olmadığına bakmaktı. Sergi salonunun kapısından girince, sol bölümde, Anadolu’dan, Çatalhöyük’ten, Hacılar’dan getirilen bir yığın eser gördüm. Nedense, garip bir şekilde, bu eserleri dışladım, önemsemedim. Fakat büyük ayıp ettim. Sonra dolaştım, dolaştım, bir yere geldim. Salonda, diğer heykeller “normal” bir şekilde sergilenirken, bu heykel gözüme çarptı. Bir cam vitrinin içinde sergileniyordu. Yarım bir heykel. Bel tarafından gövdesi eğri kesilmiş. Tam oturtabilmek için de altına silindir bir kaide konulmuş. O Herkül’dü...

Heykeli gördüm, şaşırdım. Daha önce hiç görmememe karşın “Bu heykeli biliyorum” dedim kendi kendime. Garip bir olay. Bir ipucu bulur muyum, neyin etrafında dolaşıyorum? Nereden geldi bu heykel diye düşünmeye başladım. O kadar dalmışım ki müzenin o bölümdeki bekçisi de benim etrafımda dolaşmaya başlamış. Sanki Yorgun Herkül heykeli Güneş, ben Dünya, bekçi ise Ay. Bir yörüngeye girmişiz. İşin ilginç tarafı, sergiyi gezenler de durmuşlar bizi izliyorlar. Onlara fark ettirmeden, müzenin kataloğunu alarak çıktım sergiden. Sonra o sergideki o heykelin fotoğrafının fotokopisini aldım. Türkiye’de o zamanlar 90 kadar müze var. Ama benim aklım yalnızca Antalya Müzesi’ne gitti. İstanbul, Ankara, İzmir değil Antalya... Heykelin Antalya ile bağlantılı olduğuna dair bir koşul var zihnimde çünkü.

> 6. his gibi bir şey mi?

> 6. his ya da bir bellek durumu belki. Dönemin Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük’ü aradım. “Üstad, sana bir fotoğraf fakslayacağım, ona bir bak. Bana öyle geliyor ki bu heykel, sizin müzeniz ile ilgili” dedim. 10 dakika geçtikten sonra Kayhan’ı aradım. Kayhan, “Ağabey, nasıl bilmezsin bu heykeli? Altı bizim müzede sergileniyor. Arkadaşlarla baktık, resimle uyuşturduk, bire bir bu. Şimdi yetkililere, ‘Yorgun Herkül’ün üstü bulundu’ diye haber vereceğim” dedi. Şaşırdım tabii. “Sizin müzede iki tane Herkül heykeli olacak, bu hangisi” diye sordum. “Ağabey, kapıdan girince, salona girmeden oradaki heykel” yanıtını verdi. Bunun üzerine çekmecemdeki fotoğrafları çıkardım, daha önce bu heykelin alt kısmını fotoğraflamışım meğer. O da belleğime yerleşmiş. Sonra Leon Levy-Shelby White kimdir diye araştırmaya başladım.

> Kim bu aile?

> Çok zengin insanlar. Özel koleksiyonları var. Türkiye’den gelen başka eserler de mevcut koleksiyonlarında. Yaşlı ve zengin bir aile. Bu heykelin başka bir özelliği ise eserin yarısı bu ailenin, yarısı ise Boston Müzesi’nin. Onun üzerine araştırmamı sürdürdüm ve ABD’nin ünlü Connoisseur dergisi vardı o dönemde. O derginin genel yayın yönetmeni olan Thomas Hoving’e gittim. Vaktiyle Metropolitan Müzesi’nin de müdürüydü. “Heykel hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sordum. Karanlık odadan bir arkadaşını çağırdı; “Fotoğrafhanede bu iki fotoğrafı bir kağıda basıver” dedi. Fotoğrafları bastılar. “İki kere iki dört, bu onun...” dedi. Daha sonra Connoisseur dergisiyle birlikte, ben de Cumhuriyet’te yayımladım bu durumu.

> Heykelin yurda dönmesi neden uzun sürdü?

> Cumhuriyet’teki yazım üzerine Kültür Bakanlığı Kaçakçılık Şubesi devreye girdi. Tabii bu arada 10 kadar bakan değişti. Yani en azından... İlgilenmediler. Gitti gidecek heykel. Zamanaşımı olacak. Sık sık yazılar yazmaya başladım. Ne olacak bu heykelin hali diye sordum. Sonra, bizim New York’taki Karun Hazineleri ile Elmalı Definesi’nin avukatları vardı. Onlar bu kez Leon Levy-Shelby White ile temasa geçtiler. Bu arada başka bir şey daha oldu. Connoisseur dergisinde yayımlanan fotoğrafı ben o dönemin Perge’deki kazı başkanı Prof. Dr. Jale İnan’a gönderdim. Arayıp görüşünü sordum. “Özgen, bu Lysippos’in Yorgun Herkül heykeli. Bergama ekolünden. Heykelin dünyada yaklaşık 52 kopyası var ve bunlar düştüklerinde genellikle böyle kırılırlar. Dolayısıyla illa heykelin Türkiye’dekinin üstünün olması şart değil” dedi. Nasıl bir düş kırıklığı yaşadım anlatamam. New York’tan hemen uçağa atladım, Jale Hanım’ın yanına gittim. Fotoğrafları gösterdim. “Tamam, bu o... Kültür Bakanlığı’na başvuracağım, beni ABD’ye göndersinler, Boston’a” dedi. Rahatladım. O sırada da Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Prof. Engin Özgen, İstanbul’dan Jale Hanım’ın arkeolojiden öğrencisiydi.

Jale Hanım, ABD’ye geldi. Heykelin üst kısmının dökümü Boston’a gönderildi. Yalnız parça bir türlü uyum sağlamadı. “Türkiye’ye ait değil” denildi. Jale Hanım vazgeçmedi. İnatla, “Bu heykelin parçası. Kalıbı ben döktüreceğim. Heykelin altındaki silindir kaideyi kaldırsınlar” dedi. Tekrar ABD’ye gelmek istedi ama bu kez “masraf olacağı” gerekçesiyle göndermedi bakanlık. Kendi cebinden uçak, otel ve kargo parasını ödeyerek yeniden ABD’ye geldi. Silindir kaide olmadan deneme yapıldı ve uydu. Boston Müze Müdürü de oradaydı. Bu kez Leon Levy-Shelby White’lar tutturdular, “Biz bunu geri verelim. Karşılığında ise bize başka bir heykel verin” dedi. Türkiye’den bir heykeli yurtdışına çıkarmak yasak. Ona rağmen böyle bir talepte bulundular. Israr ettik. Aradan yıllar geçti, sonunda heykel Türkiye’ye döndü.

Ciple dolaşıyorlar

Defineciler işi abarttı. Metal detektörlerle değil, jeofizik aletleriyle arama yapıyorlar. Aletleri jiplerin altına takıp dağ bayır dolaşıyorlar. Aletlerin yardımıyla toprağın katmanlarını, katmanlarda ne olduğunu görüyorlar. Hükümetin bu duruma “dur” demesi gerekiyor. Arkeoloji alanından mezunları, sadece Kültür Bakanlığı değil, İçişleri Bakanlığı da istihdam etmeli bana göre. İçişleri Bakanlığı bünyesinde özel bir ekip kurulup bu define avcılığı ile ilgili, alanında uzman arkeologları bu işle görevlendirmeliler. Çünkü arkeoloji eğitimi almış bir kişiyle, bir polisin aynı şekilde görev yapması mümkün değil.

Cumhuriyet.com.tr

İlgili Haberler


Benzer Haberler & Reklamlar