Atilla Engin: Oylum Höyükte kayıp bir ülke bulmuş olabiliriz

Atilla Engin: Oylum Höyükte kayıp bir ülke bulmuş olabiliriz

Oylum Höyük kazılarına liderlik eden Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Başkanı Prof. Dr. Atilla Engin, tarihi metinlerde geçen Nuhaşşe ülkesinin Halep’in güneyinde değil, kuzeyinde yani Anadolu sınırında yer alması gerektiği kanaatinde ve kayıp bir kent ararken kayıp bir ülke bulmuş olabileceklerini savunuyor.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en uzun soluklu kazı projelerinden birisi olan Oylum Höyük, Kilis sınırları içerisinde, verimli Kilis Ovası’na hȃkim konumda yer alıyor. Bölgenin en büyük yerleşmelerinden biri olan Oylum Höyük’ün, mühür baskılarının da görüldüğü önemli bir merkez olması, Geç Tunç Çağı’nda bölgede siyasi ve ticari ilişkiler açısından önemli bir konuma sahip olduğuna işaret ediyor. Höyükte 1988 yılında Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Engin Özgen tarafından başlatılan kazı çalışmaları, 2012 yılından itibaren Atilla Engin başkanlığında bir ekip tarafından sürdürülüyor.

Kazı Başkanı ve Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Başkanı Prof. Dr. Atilla Engin,  Gazeteduvar'dan Nuray Pehlivan'ın sorularını yanıtladı:

> Höyük günümüzde Anadolu ve Suriye arasında bir geçiş noktası olan Kilis sınırları içinde yer alıyor. Bu konum geçmişte nasıldı?

Oylum Höyük’ün bulunduğu Kilis Ovası geçmişte de bir sınır bölgesiydi. Bu doğal sınır coğrafyadan kaynaklı. Höyük geçmişte de Anadolu Platosu’nu güneyden sınırlandıran Güneydoğu Toroslar’a ait yükseltiler ile Suriye düzlüğü arasında bir sınır kentiydi. Özellikle Tunç Çağları’nda Gaziantep civarındaki Urşum’dan Halep’e Karkamış’dan Mukiş Ülkesi’ne ve Doğu Akdeniz’e uzanan yollar buradan geçiyordu.

> Bugüne kadar elde edilen bulguları göz önünde bulundurduğunuzda Oylum Höyük’ü öne çıkaran unsurlar neler?

Oylum Höyük devasa boyutları itibariyle sıradan bir höyük yerleşmesi değil. Özellikle tunç çağlarında yönetim merkezi olan bir kent olduğu düşünülüyordu. Son yıllarda kazılardan elde ettiğimiz bu önemli bilgi ve bulgular, Oylum Höyük’ün en azından M.Ö. 2. binyılda bir yönetim merkezi olduğuna şüphe bırakmamıştır. Özellikle M.Ö. 3. binyılın ikinci yarısından itibaren bölgede Ebla, Urşum, Haşşum, Armanum gibi ticaretle uğraşan zengin şehir-devletlerinin varlığını biliyoruz. M.Ö. 2. binyılın ilk yarısında Yamhad Krallığı’nın başkenti Halab (Halep) kenti güçlenerek Kuzey Suriye’ye kısa bir süreliğine hükmetse de bu hakimiyet kalıcı olmamıştır. Bunun en önemli nedeni, zenginlik ve cazibe merkezi olan bu kentlerin ve bölgenin sürekli dışarıdan gelen saldırılara maruz kalmış olması. Oylum Höyük de bu önemli kentlerden biri. 2000-2004 yılları arasında Kilis ili sınırları içerisinde yaptığımız yüzey araştırmaları da Oylum Höyük’ün, çevresinde yer alan orta ve küçük boyutlu uydu yerleşmeler ile bölgesel bir yönetim merkezi olduğunu net bir şekilde gösterdi.

Oylum Sarayı 4 bin yıldan biraz daha eski olmalı

> Buluntular arasında Orta Tunç Çağı’na tarihlediğiniz bir de saray yapısı var. Kazı çalışmalarında höyük ve bölge tarihi ile ilgili ne tür bilgilere ulaştınız?

> 2007 yılından itibaren höyüğün Kuzeybatı kesiminde kazı çalışmalarını yoğunlaştırdık. Bu alanı seçme nedenimiz sürekli batıdan esen rüzgarlara, su kaynağına ve kentin giriş kapısı olarak tahmin ettiğimiz alana yakın olmasıydı. Dolayısıyla önemli idari yapıların bu alanda olması gerektiğini düşündük. Bu düşüncemizde de haklı çıktık. Kazılarda Orta Tunç Çağı I ve Geç Tunç Çağı II’ye tarihlenen tabakalarda anıtsal idari yapılar açığa çıkartıldı. Ancak daha önemlisi, ilk kez birkaç tane de olsa çivi yazılı belge ile Hitit İmparatorluk Çağı’na ait Luvi hiyeroglifli krali mühür ve mühür baskılarının ele geçmiş olması.

Bu belgeler ve buluntularla Oylum Höyük, konuşmaya ve kendini anlatmaya başladı. Ele geçen Orta Tunç Çağı’na ait çiviyazılı bir tablet, bir kişinin diğer bir kişiye olan borcuna karşılık iki ırgat çalıştırmasına hükmeden bir mahkeme belgesi iken, çivi yazılı lapis lazuli bir silindir mühür, ‘Bitna’ adında bir kral yardımcısına ait. Açığa çıkan saray ise yaklaşık 1.85 m kalınlığında kerpiç duvarlara sahip büyük ve önemli bir yapı. Batısı ve güneyi kerpiç bir terasla desteklenmiş olan sarayın henüz güneyi kısmen açığa çıkartılabildi. Mühür baskılı bir bullanın (kil, metal ya da balmumundan yapılan kimlik) da ele geçtiği sarayın açığa çıkartılan mekanları, mutfak, işlik, kiler, depo ve merdiven odası işlevli. Açığa çıkartılan taban seviyelerinden, yapının en azından belirli bölümlerinin üç katlı olduğunu tespit ettik. Korunan duvar yüksekliği bazı bölümlerde 4 metreye yaklaşıyor. Saray bir yangınla son bulmuş. Yapının mekanları içinde kırılmış, alt gövdeleri eksik erzak kapları yağmalanmış bir görüntü ortaya koyarken, bir mutfak mekȃnı içinde yanarak ölmüş iki kadına ait iskeletler, bu yangına olasılıkla bir saldırının neden olduğunu düşündürüyor. Çünkü yangında insanlar binalardan uzaklaşır. Ancak bu iki kadın adeta en dip odaya sığınıp, orada saklanmış gibi. Henüz tümüyle açığa çıkartılmasa da yapı plan olarak Tilmen Höyük ve Tell Açana Yarimlim sarayları ile büyük benzerlik gösteriyor. Ancak radyo karbon tarihlemelerine göre M.Ö. 1900-1725 yıllarına ait olduğu anlaşılan Oylum Sarayı bu saraylardan biraz daha eski olmalı.

> Hititlerle ilgili ne tür bilgilere ulaştınız?

> Hitit İmparatorluk Çağı’na tarihlenen tabakada başka bir anıtsal yapının bir bölümünü açığa çıkarttık. Bu yapı, kerpiç ve yoğun ahşap hatıl kullanımı ile mimari açıdan daha çok Orta Anadolu Hitit geleneğini yansıtıyor. Yapının açığa çıkartılan mekȃnı içinde mobilyaların süslenmesinde kullanılan fildişi plakalar, batısındaki avlu bölümünde ise altın bir aplik, Luvi hiyeroglifli Hitit krali mühür ve mühür baskıları ile çivi yazılı bir Hitit tableti ele geçti. Ele geçen Hitit tableti Hitit Büyük Kralı tarafından yerel krala gönderilmiş olan savunma önlemleri ile ilgili bir belge. Biri gümüş, diğeri mermer damga mühürlerden biri Hititler’de önemli bir devlet memurluğu olan Bansur (sofracı) ünvanlı birine ait. Mühür baskılarından biri ise Karkamış Kralı İni-Teşub’un mührünü taşıyor. Karkamış, Hitit İmparatorluk Çağı’nda Suriye coğrafyasının kontrol edilmesinde ana yönetim merkezi olarak kullanılmış. Çok uzun zaman tahtta kalan İni-Teşub, bölgede adil yönetimi ile Hitit otoritesini başarıyla tesis etmiş bir kral. İni-Teşub’a ait mühür baskıları, bölgede önemli birer kent olan Ugarit ve Emar’dan da bilinmekte. Oylum Höyük’te Hitit tarzındaki anıtsal yapı ile birlikte krali mühür ve mühür baskıları, Emar’da olduğu gibi yerel yöneticinin yanında Hititli bir yöneticinin de olabileceğini gösteriyor. Ancak daha kesin bilgiler için yapının kalan bölümünü de açığa çıkartmamız lazım.

Oylum Höyük’te Nuhaşşe Ülkesi bulunmuş olabilir

> Buluntular arasında mühürler ve yazılı belgeler önemli bir yer tutuyor. Oylum Höyük’ün bir yönetim merkezi olarak bölgedeki konumuna dair ipuçları elde ettiniz mi?

> Özellikle anıtsal yapılar, yazılı belgeler ve krali mühürler Oylum Höyük’ün bölgedeki hangi kayıp kent olduğu ile ilgili bazı ipuçları da ortaya koydu. Biz, Oylum Höyük’ün M.Ö. 3. binyıl Mezopotamya kaynaklarında “Ulisum/Ullis/İllis”, Mısır kaynaklarında “Ullaza” ve Hitit kaynaklarında “Kuilzila” olarak geçen kent olduğunu düşünüyoruz. Alman kartograf Richard Kiepert’in 20. yüzyılın başlarında hazırladığı Suriye haritasında, Oylum Höyük’ün üzerine “İllizi Bahçesi” yazılmasından hareketle “İllizi” adı üzerinde durduk. Yörenin yaşlılarından öğrendiğimiz kadarıyla bugün unutulmuş olan bu yer adı yakın zamana kadar Oylum çevresi için kullanılmış. Özellikle Suriye ve Anadolu coğrafyalarında birçok modern kent adının binlerce yıldır aynı kaldığını biliyoruz.

Hitit kaynaklarında Kuilzila olarak geçen bu kentin Nuhaşşe Ülkesi’nin en önemli şehri ya da başkenti olduğunu biliyoruz. Oylum Höyük’te ele geçen çiviyazılı Hitit tabletinde, Hitit kralının yerel krala hitaben “siz Nuhaşşe Ülkesi kralları” şeklinde hitap etmiş olması bizim bu lokalizasyon önerimizi güçlendirmiştir. Semitik kökenli olan “Nuhaşşe”nin kelime anlamı “verimli, bereketli” dir. Nuhaşşe Ülkesi ise eski araştırmalara göre Halep’in güneyine yerleştirilmiş. Ancak bu lokalizasyonu destekleyen hiçbir güçlü veri yok. Doğu Akdeniz’deki bir Amurru kralının Mısır firavununa yazdığı ve yardım talep ettiği mektupta, bölgeyi işgale hazırlanan Hitit ordusunun Nuhaşşe’ye doğru yola çıktığını ifade etmiş olması da bu lokalizasyona uymuyor. Buna göre Nuhaşşe’nin Halep’in güneyinde değil, kuzeyinde Anadolu sınırında yer alması gerektiği kanaatindeyim. Yine yazılı belgelere göre Nuhaşşe’nin hem Mısır hem Hitit orduları için bir askeri karargȃh noktası olarak kullanılmış olması da bu stratejik sınır bölgesine işaret etmekte. Yani kayıp bir kent ararken kayıp bir ülke bulmuş olabiliriz!

Kurban çukurları olan evler ve mezar hediyesi olarak kelle-paça kullanımı var

> Tüm bu elde edilen veriler ışığında Oylum Höyük buluntuları ile Mezopotamya’daki benzerleri arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

> Oylum Höyük’teki kazılarda tespit ettiğimiz Kalkolitik Çağ’ın Ubeyd ve Uruk evrelerine ait yerleşim tabakaları Mezopotamya ile bağlantılar gösterirken, Erken Tunç Çağı’ndan itibaren kendine özgü bölgesel bir karakter sergilemekte. Oylum Höyük ve içinde bulunduğu Kilis Ovası, coğrafi bütünlüğü nedeniyle Tunç ve Demir çağlarında tümüyle Kuzey Suriye ve Doğu Akdeniz kültürlerini yansıtır. İlk köylerin, ilk kentlerin, ilk devletlerin ve yazının ortaya çıktığı, uygarlıkların kurulduğu bu bölge, insanlık tarihinde çok önemli olan “Bereketli Hilal” in batı yarısını oluşturur. Oylum Höyük’teki farklı dönemlere ait kültürler sadece Mezopotamya ile değil, Doğu Akdeniz ve Anadolu ile de yoğun ilişkiler içinde olmuştur.

Erken Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı I’de ölüler höyüğün kuzeydoğu ve güney yamaçlarındaki mezarlığa gömülürken, Orta Tunç Çağı II’de farklı olarak ölüler iki yerleşim tabakasında da evlerin içine ya da evler arasındaki boşluklara gömülmüş.

> Peki, Oylum Höyük’te sosyal ve dinsel yaşama ilişkin ne gibi sonuçlara ulaştınız?

> Kuzeybatı Alan’da yaptığımız kazılar bin hektardan fazla bir alana yayıldığından, yerleşim tabakalarını geniş bir alanda ortaya çıkartma ve inceleme olanağı bulduk. Özellikle M.Ö. 2. ve 1. binyıllara ait yerleşim tabakaları hakkında önemli bilgilere ulaştık. Yaklaşık 1 m. dolguya sahip olan bir sokak, Orta ve Geç Demir Çağı boyunca kullanılmış. Bazı evlerde kurban çukurları dikkati çekiyor. Tabanların altındaki bu küçük çukurlar içinde yoğun hayvan kemikleri buluyoruz. Erken Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı I’de ölüler höyüğün kuzeydoğu ve güney yamaçlarındaki mezarlığa gömülürken, Orta Tunç Çağı II’de farklı olarak ölüler iki yerleşim tabakasında da evlerin içine ya da evler arasındaki boşluklara gömülmüş. Bebek, çocuk ve yetişkinlere ait bu mezarlar, çömlek, küp, basit toprak ve derin kuyu mezarlardan oluşuyor. Mezarlara genellikle az sayıda eşya bırakılmış. Ölülerin başı hizasına bırakılan çanaklar içinde ölü yemeğine işaret eden, küçükbaş hayvanlara ait kemiklere sık rastlıyoruz. Ancak ilginç olan bu kemikler daha çok hayvanların kafatası ve ayaklarına ait. Yani bölgede bugün de sevilerek tüketilen kelle-paça Orta Tunç Çağı’nda da oldukça makbul bir yemek gibi görünüyor.

M.Ö. 3. binyılın sonlarındaki büyük göç kıtlıkla ilgili olabilir

“Bir mutfak mekȃnı içinde yanarak ölmüş iki kadına ait iskeletler, bu yangına olasılıkla bir saldırının neden olduğunu düşündürüyor.”

> Arkeolojik bulgular ekonomik yaşam ile ilgili ne tür bilgiler veriyor?

> Arkeolojik bulgu ve buluntular özellikle Tunç Çağları’nda Oylum Höyük’ün önemli bir üretim merkezi olduğunu gösteriyor. Orta Tunç Çağı yerleşimlerinde erzak küpleri oldukça fazla kullanılmış. Erken Tunç Çağı’nda erzak küpleri çok az görülürken, Orta Tunç Çağı’nda küp kullanımında büyük artış olması, M.Ö. 3. binyılın sonlarında bölgede büyük göç hareketlerine ve çalkantılı duruma yol açan açlık ve kıtlıkla ilgili olabilir. Arkeolojik bulgular Oylum Höyük’ün M.Ö. 2. binyılda dokumacılık, madencilik, seramik, fildişi-kemik-boynuz ve fayans-cam endüstrilerinin önemli bir üretim merkezi olduğunu gösteriyor. Evler arasındaki iki büyük fırında ele geçen kalıntıların analizinden, buralarda bakır/bronz ve cam üretimi yapıldığını tespit ettik. Yine bir eve bitişik iki kulübe içindeki öğütme taşları ve havanlar, ocak, çukurlarında biriktirilmiş kuvars parçaları, yapı içinde ele geçen cam boncuklar en eski cam üretim alanlarından birine işaret ediyor. Bu ilkel cam üretiminde kuvars tozu, yapısında tuz olan bitki külü ve kireç kullanıldığını biliyoruz.

Ayrıca bu tabakalarda ve saray yapısında çok miktarda karbonlaşmış zeytin çekirdekleri bulduk. Kilis’in de içinde yer aldığı Doğu Akdeniz Bölgesi zeytinin ana vatanı ve zeytin buradan dünyaya yayılmış. Özellikle Tunç Çağları’nda zeytinyağı çok önemli ve değerli bir ticaret malzemesiydi. Yazılı belgelerden bölgedeki Ebla kentinin yıllık 700 ton zeytinyağı ürettiğini ve sattığını biliyoruz. Bu dönemde zeytinyağı basit bir gıda ürünü değildi. Gıda ürünü olması dışında, madencilikte odun ateşinin ısısını 1200 santigrat dereceye çıkartmada, kandil yakıtı olarak aydınlatmada, dokumacılıkta ve ilaç üretiminde de kullanılıyordu. Bu nedenle zeytinyağına Tunç Çağları’nın petrolü desek yeridir. Oylum Höyük’te bu döneme ait bazı büyük şişelerin içlerinin sıvıyı sızdırmaması için balmumu ile kaplandığını tespit ettik. Olasılıkla bu kaplar zeytinyağının taşınmasında kullanılıyordu.

> Oylum Höyük’te önümüzdeki kazı sezonunda neler yapmayı hedefliyorsunuz?

> Önümüzdeki yıllarda Oylum Höyük’teki çalışmalara, bölge arkeolojisine ışık tutacak ve yazılı belge potansiyeli bulunan iki idari yapının ortaya çıkartılmasına yönelik olarak devam etmek istiyoruz. Ancak maalesef bu önemli yapıların bulunduğu tabakalar üzerinde yaklaşık 6-7 m. kalınlığında Demir Çağı tabakaları bulunuyor. Bu nedenle bu önemli yapıların mekanlarını açığa çıkartmak zaman, işgücü ve büyük bütçeler gerektiriyor. Özellikle Orta Tunç Çağı I Sarayı’nı açığa çıkartırken de yapıyı korumayı ve ilerde içinde insanların gezebileceği bir açık hava müzesi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Bunun için açığa çıkardığımız kerpiç duvarları jeotekstil ile kapattıktan sonra iki yandan ve üstten kendi yaptığımız kerpiçlerle mantolayarak korumaya çalışıyoruz. Böylece burada ilerde ziyaretçilerin 4 bin yıllık bir yolculuğa çıkarak, yaşanan tarihe tanıklık yapmasını arzu ediyoruz.

Nuray Pehlivan - gazeteduvar.com.tr/

İlgili Haberler


Benzer Haberler & Reklamlar