Rahibenin dişindeki boya, ortaçağa dair bazı bilgileri değiştirebilir

Rahibenin dişindeki boya, ortaçağa dair bazı bilgileri değiştirebilir

Bir Ortaçağ rahibesinin diş fosilinde keşfedilen lacivert boya pigmenti, tarihsel kitap üretimine dair tarihi varsayımları değiştirebilir. Kadınlar Manastırındaki bir rahibenin diş fosilinde bulunan pigment, ortaçağda yalnız erkeklerin kitap yazıcısı ve ressamı olduğuna adari düşünceleri sarsabilir.

Science Advences (Bilimsel Gelişmeler) dergisinde 9 Ocak tarihinde " A. Radini, M. Tromp, A. Plajı, E. Tong, C. Speller, M. McCormick, J. V. Dudgeon, M. J. Collins, F. Rühli, R. Kröger ve C. Warinner" imzaları ile yayınlanan "Diş taşında lapis lazuli tanısı ile Ortaçağ kadınlarının el yazması üretimine katılımına dair ilişki" (Medieval women’s early involvement in manuscript production suggested by lapis lazuli identification in dental calculus) başlıklı araştırma sonucuna göre;  Almanya’daki ruhban kadınlar da ortaçağda kitap yazım ve resileme çalışmalarına katkıda bulunmuş görünüyor.

On beşinci yüzyılın başlangıcından önce, Avrupa’daki dini kitapları yazan ve resimleyen yazar ve ressamlar, eserlerini bir imzayla işaretlemek hususunda gayet çekingen davranırdı. Bu dönemden kalma metinler arasında özellikle de kadın isimleri az olduğu için, tarihçiler uzun zamandır karmaşık şekilde resimlenen bu el yazmalarının yazıcılarının rahipler olduğunu varsaydılar.

Ne var ki, yakın bir zamanda bu inanışın tekrar gözden geçirilmesi gerekti. Büyüyen bir araştırma birikiminin yanı sıra, yapılan yeni bir keşif, rahibelerin yalnızca okur-yazar olduğuna değil, aynı zamanda Ortaçağ boyunca üretken kitap yazıcıları ve okuyucuları da olduğuna dair daha fazla kanıt açığa çıkardı.

BİN YILLIK DİŞ TAŞINDAN GELEN KANIT

Araştırmacılar, geçtiğimiz günlerde, Almanya’da tamamen kadınlara ait bir manastırda M.S. 1000-1200 civarında defnedilen orta yaşlı bir kadının diş plaklarının arasına yapışmış ultramarin mürekkebine (Lapis lazuli adlı taştan üretilen mavi renkli bir mürekkep türü) ait kalıntılar buldular.

York Üniversitesi’nden ve Max Planck Enstitüsü’nden araştırmacılar, kalıntıları inceledikten sonra, bu gizemli kadının muhtemelen zengin biçimde resimlenmiş dini metinler hazırlayan deneyimli bir ressam olduğunu düşünüyorlar.

Araştırma yazarlarından biri ve Max Planck Enstitüsü’nde görevli olan Monica Tromp, “Renk pigmentinin kadının ağzındaki dağılımına bakılırsa, en olası senaryoda, fırçanın ucunu diliyle ıslatarak mürekkebi ağzına bulaştırdığı sonucuna vardık,”** diyor.

Yazarlar bunun “Almanya’daki ruhban kadınların ultramarin pigmenti kullandığına dair en eski doğrudan kanıtı” ortaya koyduğunu ifade ediyorlar.

Yine de bu yorumlar kadar etkileyici olan keşfin büyük önemini gerçekten anlayabilmek için, yüzlerce yıl geriye, lapis lazuli taşının yaygın biçimde öğütüldüğü ve saflaştırıldığı bir zamana, parlak bir ultramarin pigmentinin yaratıldığı döneme göz atmalıyız.

AFGANİSTAN’DAN AVRUPA’YA TAŞINIYORDU

Yalnızca Afganistan’ın bir bölgesinden çıkarılan ve Avrupa ve Asya’da binlerce kilometreden fazla taşınan bu lüks madde aşırı biçimde pahalıydı ve bu parlak mürekkep, en özel ressamların elinden çıkan neredeyse en eşsiz ve lüks el yazmaları için kullanılırdı.

Göründüğü kadarıyla, bu boyaya batırılan fırçaları diliyle ıslatan kişilere kadın bir ressam da dahildi.

Max Planck Enstitüsü’nde eski mikrobiyomların evrimi konusunda araştırmacı ve bu araştırmanın başyazarı olan Christina Warinner, “Burada bir kadına ilişkin doğrudan kanıtlara sahibiz; sadece resim çizmiyordu, aynı zamanda çok nadir ve pahalı bir mürekkeple çok ıssız bir yerde resimler çiziyordu,” diyor.

Yazarların vardığı sonuçlar, Almanya ve Avusturya’daki ruhban kadınların özellikle kitap üretiminde aktif bir rol oynadığını düşündüren kanıtların artmasıyla destekleniyor. Aslında, bazı tarihçiler bu bölgelerdeki kadınların 8’inci yüzyılın sonlarına dek yazıcı ve çizer olarak çalıştığını düşünüyorlar.

Örneğin Salzburg’daki bir manastırda bulunan rahibe topluluğu, 12’nci yüzyıldan kalma bir koleksiyondaki 200’den fazla kitabı kopyalamıştı. Ve 12’inci yüzyılda Bavyera’da yaşayan yalnızca tek bir yazıcının bile 40’tan fazla kitap kopyaladığı düşünülüyor.

RAHİBELER ESERLERE İMZA ATMAMIŞ OLABİLİR

Buna karşın, araştırmanın yazarları, kadın yazıcıların imzasına nadiren rastlanması ve bu metinlerin çok azının günümüze kalması nedeniyle, “kadınlardan kalan izlerin tarihsel kayıtlarda görünmez biçimde kaldığını ve bu nedenle yazım çalışmalarının çoğunun ayırt edilebilmesinin neredeyse imkânsız olduğunu,” belirtiyorlar.

Umarız, bu etkileyici kadınlar sonsuza kadar görünmez kalmazlar. Eğer diğer arkeolojik kalıntılarda da bu ultramarin pigmentinden daha fazla bulunabilirse, nihayetinde, tarihçiler Ortaçağ kitap yazımında bu kadar aktif bir rol oynayan isimsiz sanatçıları ve yazıcıları tanımlamak için bir yöntem oluşturabilirler.

Warinner, “Bu teknikler kullanılmasaydı, bu kadının hikâyesi sonsuza dek gizli kalabilirdi,” diyor.

“Üstünkörü baktığımızda bile, Ortaçağ mezarlıklarında kaç kadın sanatçı daha bulabileceğimizi merak ediyorum.”

Çalışmanın tam metni Science Advences dergisinde yayınlandı.

Tarkan Tufan - GazeteDuva.com.tr (Carly Cassella - Science Alert)


Benzer Haberler & Reklamlar