Lübnan'a gelen Haçlılara dair ilk genetik çalışma sonuçları yayınlandı

Lübnan'a gelen Haçlılara dair ilk genetik çalışma sonuçları yayınlandı

Lübnan'daki arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan Haçlı mezarlarından elde edilen DNA'ların analizleri, 13. yüzyılda saaşmaya gelen Haçlı askerlerine ait çocuklar bulunduğu anlaşılıyor ama günümüzde Lübnan’da yaşayan insanların genlerinde onların izlerine rastlanmadığı içim bölgedeki etkilerinin kısa ömürlü olduğu tahmin ediliyor.

Amerikan İnsan Genetiği Dergisi'nde (AJHG:  The American Journal of Human Genetics) 2 Mayıs 2019 tarihinde, Marc Haber, Claude Doumet-Serhal, Christiana L. Scheib, Yali Xue, Richard Mikulski , Rui Martiniano, Bettina Fischer-Genz, Holger Schutkowski, Toomas Kivisild ve ChrisTyler-Smith imzaları ile yayınlanan, Yakın Doğudaki Haçlıların Genom Dizilerinden Tespit Edilen Geçici Eğilimlerin Genetik Karışıma etkisi (A Transient Pulse of Genetic Admixture from the Crusaders in the Near East Identified from Ancient Genome Sequences) başlıklı makaleye göre; 13. yüzyılda bugün Lübnan devletinin bulunduğu topraklarda yaşayan 13 kişiden (ki arkeoloji kazılarında tespit edilem Sidon'daki Haçlılar Çukuru olarak bilinen mezardan çıkan 9 kişi dahil) elde edilen genomlar üzerinde genetik analiz yapılarak, DNA kodları incelendi.   Haçlılara dair ilk genetik çalışma bu savaşçıların Yakın Doğu’daki yerli halkla karışıp aile kurduklarını ve savaşta birlikte öldüklerini doğruluyor.   Haçlılara ait olduğu düşünülen insan kalıntıları üzerinde yapılan ilk genetik incelemeler, Batı Avrupa’dan Yakın Doğu’ya sefere çıkan savaşçıların oradaki yerel halkla karışıp aile kurduklarını ve savaşta beraber öldüklerini doğruluyor. Wellcome Sanger Enstitüsü’nden araştırmacılar Lübnan, Sayda’daki bir mezar çukurunda keşfedilen 13. yüzyıla tarihlenen dokuz iskeletten alınan antik DNA örneklerini analiz etti.   Amerikan İnsan Genetiği Dergisi’nde yayımlanan sonuçlar Haçlıların yerel halkla karıştığını ve onları kendi savaşlarına dahil ettiğini doğrularken, bölgedeki genetik varlıklarının kısa ömürlü olduğunu gösterdi.     Haçlı Seferleri 1095 ve 1291 yılları arasında başta dini amaçla düzenlenen, Hristiyan istilacıların Yakın Doğu’yu hâkimiyet altına almaya çalıştığı bir dizi savaş olarak tanımlanıyor. Haçlı Seferleri’nin soylularca yönetildiği biliniyor, ancak tarihi kayıtlarda Yakın Doğu’ya seyahat etmiş, orada yaşamış ve ölmüş sıradan askerlere dair detaylar eksik.   Arkeologlar geçtiğimiz yıllarda, Lübnan’ın Sayda kentindeki bir mezar çukurunda 13. yüzyıla tarihlenen 25 iskelet keşfetti. Kafataslarına ve diğer kemiklerine keskin olmayan bir cisimle aldıkları darbe sonucu oluşmuş yaralanmalara dayanarak iskeletlerin tümünün savaş sırasında vahşice öldürülmüş erkeklere ait olduğu saptandı. Bedenleri çukura yerleştirilmiş ve yakılmıştı.

Çukurun yakınlarında, diğerlerinden izole edilmiş bir kafatasına rastlandı. Kafanın bedeninden kopartılarak, hastalık yaymak, gözdağı vermek veya askerlerin moralini bozmak amacıyla karşı tarafın karargahına fırlatılmış olması muhtemel. Bu da savaşın ne denli vahşet dolu olduğunu gösteriyor.

Arkeologlar, çukurdaki iskeletlerin yanında ayakkabı tokası, demir para gibi delillerin bulunması ve bunlar üzerinde yapılan karbon-14 tarihleme analizleri sonucunda söz konusu insan kalıntılarının Haçlılara ait olduğuna kanaat getirmişti.   Yapılan yeni bir araştırmada ise Wellcome Sanger Enstitüsü’nden araştırmacılar, antik iskeletlerin DNA’sından tüm genom dizileri oluşturarak kalıntıların gerçekten de Haçlılara ait olduğunu doğruladı.   Araştırma ekibinin rapor ettiğine göre iskeleti bulunan bireylerden üçü İspanya ve Sardinya gibi çeşitli kökenlere sahip Avrupalılardan, dördü savaşa sonra dahil edilmiş Yakın Doğululardan, diğer ikisi ise karmaşık genetik kökenlere sahip savaşçılardan oluşuyor. Bu durum, söz konusu bireylerin Haçlılar ve Yakın Doğulular arasındaki ilişkiden doğan neslin birer üyesi olduğunu ortaya koyuyor.   Wellcome Sanger Enstitüsü’nden Dr. Chris Tyler, “Tarihi belgeler bize Haçlıları yöneten soyluların ismini veriyor, ancak diğer askerin kimliği gizemini korumaya devam ediyor. Genetik incelemeler geçmişe dair daha önce eşi benzeri görülmemiş bir bakış açısı sunarak bize Haçlıların Batı Avrupa kökenli olduğunu ve Yakın Doğu’nun yerel halkını kendileriyle birlikte savaşa kattığını gösteriyor. Tüm bunlardan Haçlıların ve Yakın Doğuluların birlikte yaşamış, savaşmış ve ölmüş oldukları sonucunu çıkarıyoruz” diyor.   Ancak, günümüzde Lübnan’da yaşayan insanlarda Avrupa genetik izleri belirsiz olduğundan araştırmacılar Haçlıların bölgedeki etkisinin kısa ömürlü olduğuna inanıyor.   Araştırmacılar, 2.000 yıl önce, Roma dönemi sırasında, Haçlılardan çok evvel Lübnan’da yaşayan insanların DNA’sını dizilediğinde, günümüz Lübnan nüfusunun genetik olarak Roma dönemi Lübnan nüfusuna benzer olduğunu gördü. Bu durum Haçlıların, Lübnanlıların genetiği üzerinde uzun süreli bir etki yaratmadığını gösteriyor. Wellcome Sanger Enstitüsü’nden Dr. Marc Haber, “Haçlılar Yakın Doğu’ya seyahat etmiş, yerel halkla ilişki kurmuştu, bu ilişki sonucunda edindikleri oğullarını da kendi savaşlarına katmışlardı. Savaş bittikten sonra, karışan bu nesil yerel nüfusla evlenmiş, Haçlıların genetik izleriyse böylelikle çabucak silinmişti” diyor. Ekip, araştırma kapsamında, dokuz iskelete ait kemikleri Lübnan’dan Cambridge’de DNA incelemelerine ayrılmış bir laboratuvara aktarmak için Sayda Kazı Alanı’ndaki arkeologlarla birlikte çalıştı. Bu laboratuvarda, DNA uzmanları tarafından kafataslarındaki şakak kemiklerinden 800 yıllık DNA çıkarıldı. Bilim insanları numunelerin kendi DNA’larıyla kontamine olmasını engellemek için ultra steril bir çalışma ortamı oluşturdu.   Bedenler, DNA’nın çabucak çözündüğü ılık ve nemli bir iklimde yakılmış ve gömülmüş olduğundan, DNA örneği çıkarmak ve bunları dizilemek son derece güç. DNA çıkarma ve dizileme teknolojisindeki son gelişmeler antik ve hasar görmüş DNA’ların incelenmesini mümkün kılıyor.   Sayda Kazı Alanı direktörü Dr. Claude Doumet-Serhal, “Haçlı Seferleri sırasında yaşamış insanların genetik kimliklerini keşfettiğimizde çok şaşardık. Beş yıl öncesinde bile böyle çalışmalardan sonuç alamazdık. Arkeolog ve genetik bilimcilerin birlikte çalışması tarihteki önemli olayların yorumlanmasında inanılmaz fırsatlar yaratıyor.” diyor.   EurekAlert. 18 Nisan 2019 (Çeviri: Perrin Margaryan - Arkeofili)  


Benzer Haberler & Reklamlar