Jeoarkeoloji: Arkeolojik Jeoloji

Jeoarkeoloji nedir? Jeoarkeoloji jeoloji’nin mi yoksa arkeoloji’nin mi alt dalıdır?

Jeoarkeoloji (Geoarkeoloji / Geo-archaeology)  yer, doğa araştırmalarında elde edilen bilgilerin arkeolojik araştırmalarda ve bulguların değerlendirilmesinde kullanılmasıyla yeni olgunlaşmaya başlayan bilimsel yöntem. Yöntemde arkeolojik yerleşim yerleri ile o bölgenin jeolojisi arasındaki ilişki kurulmaktadır. .

İlk kez Karl Butzer tarafından 1971 yılında kullanılan terim İngilizce'de yer ve yeryüzü anlamına gelen geo ile arkeoloji anlamındaki archaeology kelimelerinden türetilmiştir.

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Prof. Dr. İİlhan Kayan, 2002 yılında Toplumsal Tarih dergisinde (Cilt 18, Sayı101, Sayfa 64-66) yayınlanan "Arkeoloji, Jeoloji, Coğrafya... Yeni Brir Yaklaşım Jeoarkeoloji" başlıklı makalesinde kavramın içeriği ve kavramla ilgili kargaşaları şu şekilde açıklıyor:

Jeoarkeoloji, yer-doğa bilimleri araştırmalarından sağlanan bilgilerin arkeolojik araştırmalarda ve bulguların değerlendirilmesinde kullanılması anlamına gelen yeni bir bilimsel yaklaşımın adıdır. İlgi alanı çok geniş, kapsadığı konular çok çeşitlidir. Bu nedenle farklı uzmanlık dallarından bakıldığında farklı yaklaşımlarla algılandığı, konu ve anlamının henüz tam olarak şekillenmediği görülmektedir.

Tartışılan konulardan biri, jeoarkeoloji’de ağırlığın hangi bilimde olduğudur: Jeoarkeoloji jeoloji’nin mi, yoksa arkeoloji’nin mi bir alt dalıdır? Burada kelime yapısı bakımından “jeo”, “arkeoloji”nin önünde bir sıfattır. Buna göre jeoarkeoloji, arkeoloji içindedir. Ancak jeoarkeoloji çalışanlar arkeologlar değil, hep yer-doğa bilimcileridir. Ayrıca jeoarkeoloji’deki “jeo” öneki sadece veya öncelikle jeoloji’yi çağrıştırmaktadır. Halbuki jeoarkeoloji kapsamındaki araştırma konularına bakıldığında bunlar çok çeşitli doğa bilimleridir ve özgün anlamıyla “jeoloji” bunlardan sadece biridir. Ancak başka bir yaklaşımla jeoloji de zaten tek bir konuyu değil, yerbilimleri bütününü temsil etmektedir.

Özgün anlamıyla jeoloji yerkabuğunun bilimidir. Yerkabuğu, 6370 km lik yerküre yarıçapının sadece 50 km den ince bir üst bölümünü kapsamaktadır. Jeoloji bunun yapısını (litolojik özelliklerini), farklı yapı birimlerinin istif düzenini (stratigrafi) ve yapıyı şekillendiren hareketlerini (tektonik) inceler. Kuşkusuz bu özellikler yerkürenin kabuk altındaki katmanları ile doğrudan ilişkilidir.

Arkeolojik araştırma yapılan bir alana ait jeolojik bilgiler gerekli, bazen çok önemli olabilir. Örneğin mimaride kullanılan taş türleri, keramik yapılan kil yatakları, maden yatakları gibi. Bu durumda arkeolojik değerlendirmelere yardımcı olmak, katkıda bulunmak için yapılan jeolojik çalışmalar “arkeolojik jeoloji” olarak da adlandırılmaktadır.

Arkeoloji insanlık tarihinin derinliklerine inen ve kültür gelişiminin karanlık dönemlerini, o dönemlerden kalan çeşitli insan eserlerini inceleyip yorumlayarak, dolaylı yoldan aydınlatmaya çalışan bir bilimdir. İnsanın doğada biyolojik anlamda herhangi bir memeli canlı olarak var oluşundan, bugünkü modern niteliğine evrimi kuşkusuz aklını kullanması ve teknoloji üretmesi ile paralel gelişmiştir. Yaşamak için, hayatı kolaylaştırmak ve daha iyi yaşamak için, üstün ve hakim olmak için üretilen aletler, araçlar, yapıtlar bu teknolojik gelişimi belgelemekte, simgelemektedir. İşte bu nesnelerin bulunması, bilimsel yöntemlerle incelenmesi, yorumlanması ve bunları kullanan insanların yaşama düzenleriyle, kültürleriyle ilgili bilgiler üretilmesi arkeolojinin amacı ve konusudur.

Buna göre arkeolojinin bilgi aracı, aslında insanların yaşama biçimlerini yansıtan, onların nesnel eserleridir. İnsanların yaşama biçimini şekillendiren ise öncelikle üzerinde yaşadıkları yeryüzünün özellikleridir. Tarih öncesi çağlarda en eski insan topluluklarının bir alanda varlığı doğrudan oradaki yeryüzü özelliklerine, yani o alanın coğrafyasına bağımlı olmuştur. Örneğin yerşekilleri (jeomorfolojisi), iklimi uygun olmayan, yeterli su ve besin kaynakları bulunmayan alanlarda insanların barınması düşünülemez. Yerleşme öncesi insan topluluklarının yaşama düzeni bir yana, özellikle bunların bir yere yerleşmesinin, üretim yapmasının ön koşulu doğrudan uygun doğal ortam ve doğal kaynaklara bağlı olmuştur. Sonra da farklı alanların coğrafi çeşitliliği, oralarda yaşayan insanların yaşama biçimlerini, kültürlerini etkilemiş ve çeşitlendirmiştir. Böylece bir alandaki arkeolojik buluntularla o alanın coğrafi özellikleri arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.

Buna göre, arkeolojik araştırmalarda gerekli olan bilgi sadece jeolojik olmaktan çok coğrafidir. Coğrafya (Geography) yeryüzü bilimidir. Burada yeryüzü, jeolojinin konusu olan yerkabuğunun yüzeyidir. Bu yüzey, üzerinde iklim olaylarının, hayatın kaynağı olan suyun dolaştığı, insanın yaşadığı, etkinliklerini gerçekleştirdiği canlı (dinamik) bir alandır. Arkeolojinin araştırdığı eski kültürleri şekillendiren de buradaki dinamik sistemdir. Bu nedenle yeryüzünün dinamik niteliği arkeolojik bakımdan da büyük önem taşımaktadır. Böylece zaman (kronoloji) ve zaman içinde çeşitli etkileşimlerle meydana gelen değişmeler, arkeolojide ve yer-doğa bilimlerinde önemle üzerinde durulması gereken ortak bir unsurlardır.

Coğrafya yeryüzünün bugünkü fiziksel özelliklerini (yerşekilleri, iklim, su, toprak, canlılar örtüsü), farklı coğrafi mekânlardaki insan topluluklarını, onların yaşama biçimlerini (kültürlerini), etkinliklerini ve bütün bunlar arasındaki ilişki ve etkileşimleri inceler. Ayrıca bütün bu unsurların bugünkü özelliklerinin kökeni, gelişimi, değişimi yine zaman boyutu içinde değerlendirilir. Bu durumda arkeoloji ile geçmişin coğrafyası (paleocoğrafya) arasında büyük bir yakınlık ve ilişki olduğu açıktır.

Öte yandan arkeoloji ve arkeolojik araştırmalara ilginin belirgin bir artış gösterdiği yaklaşık son yarım yüzyıllık dönemde arkeolojik araştırmaların yöntem ve niteliğinde önemli gelişmeler olduğu dikkati çekmektedir. Bunlardan çoğu kendi içinde bakıldığında arkeoloji ile doğrudan ilgisi görülemeyen fizik, kimya, biyoloji gibi doğal bilim alanlarında geliştirilmiş araştırma yöntemleridir. Arkeoloji araştırmalarında bunlardan yararlanılabileceği görülmüş ve değerlendirilmişlerdir. Ayrıca arkeoloji bu yeni yöntemler için adeta bir uygulama, deneme ve gelişme alanı olmuştur. Bunlardan çoğu jeoloji veya yerbilimleri ile de doğrudan ilgili değildir. Ancak yere, yer araştırmalarına uyarlandıkları için arkeolojide hepsi “jeoarkeoloji” içinde toplanmakta veya algılanmaktadır. Bunlar bu yazının çerçevesine sığmayacak kadar çok çeşitli konular ve yöntemlerdir. Aşağıda bunlardan başlıcalarına örnekler verilmekle yetinilecektir.

Kuşkusuz arkeoloji araştırmalarının temel yöntemi kazılardır ve eski kültürlerin değerlendirilmesi için gerekli olan insan eseri nesnelere ulaşılmasının bugün için başka bir yolu da yoktur. Ancak günümüzde kazı yapmadan da yeraltındaki bazı insan eserlerini belirlemek mümkün olabilmektedir. Örneğin bir arkeolojik alanda uzaktan algılama (remote sensing) yöntemleriyle yapılan taramalarla yüzey ve yüzey altına ait bazı bilgiler sağlanabilmektedir. Bunun için havadan alınan fotoğrafların (hava fotoğrafları), özellikle toprağın nem ve bitki örtüsünün farklılık gösterdiği değişik zamanlarda çekilmiş olanların karşılaştırmalı incelenmesi yüzey altındaki örtülü yapı izlerinin belirlenmesinde ve kazı için uygun yer seçiminde yararlı olabilmektedir. Son yıllarda özel uydulardan alınan görüntülerle veya çeşitli yer radyasyonu kayıtlarıyla (image) da geniş alanlar taranabilmektedir.

Arkeolojide uzaktan algılama yöntemlerinin önemli bir bölümünü jeofizik ölçümler oluşturmaktadır. Bunlar amaç ve yerin özelliklerine göre sığ yüzey altı katmanlarının elektrik, manyetik, radar, sismik gibi yöntemlerle taranmasına dayanmaktadır. Böylece üstü örtülmüş yapı temelleri, genel olarak kent dokusu, yollar, savunma sur veya hendekleri, su yolları, çanak-çömlek veya maden işleme atölyeleri kazı yapılmadan belirlenebilmektedir.

Son yıllarda gelişen bilgisayar teknolojisi, yüzeye ait birçok bilginin üstüste çakıştırılması, ilişkilendirilerek yorumlanması imkânlarını artırmıştır. Bu yöntem GIS (Geographical Information Systems) veya Türkçe olarak CBS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) adıyla en geniş anlamda her türlü bilginin değerlendirilmesinde büyük kolaylık sağlamaktadır. Yine hızla gelişen GPS (Global Positioning System) yöntemi uydularla bağlantı kurularak topoğrafik ölçümlerin büyük bir hassasiyetle yapılmasını sağlamakta ve gerek yüzey araştırmalarında, gerekse kazı alanlarında ölçüm işlerini büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır.

Uzaktan algılama yöntemleri yüzey altına ait yararlı bilgiler vermekle birlikte bunlar büyük, daha çok mimari kalıntılarla sınırlı kalmaktadır. Kültür alanının dağılışı, özellikle üstü örtülerek derinlerde kalmış yerleşme katmanlarının, örneğin bir höyükte kültür tabakalarının ne kadar derine indiğinin belirlenmesinde uzaktan algılama teknikleri bugün için yeterli olamamaktadır. Daha önemlisi, kültür tabakalarının niteliklerinin, hangi dönemlere ait olduklarının, başka bölgelerle olan kültür ilişkilerinin belirlenmesi, nesnel eserlere doğrudan ulaşılmadan mümkün değildir. Bunun da tek yolu arkeolojik kazılardır. Ancak geniş alanlarda yoklama (test) niteliğinde araştırmalar yapmak, özellikle eski kültür tabakalarının dağılımını ve eski doğal çevrenin (paleocoğrafya) özelliklerini belirlemek amacıyla delgi sondajlardan yararlanılabilmektedir. Bunun için çok çeşitli araç veya aletler bulunmaktadır. Örneğin Troya kazılarında el burgusu ile 8-10 m derinliklere, Unimog iş makinesine takılan hidrolik burgu takımıyla 20 m, son yıllarda kullanılan kompresör tabancasıyla yerine göre 30 m lere kadar inilmesi mümkün olabilmiştir. Burada yapılan delgi sondajların sayısı 2001 yılında 285 e ulaşmıştır. Bunlardan 30 kadarı da kepçe ile açılan 2,5 m kadar derinlikte çukurlardır. Bu tür sondajların doğrudan kazı alanında yapılması genellikle mümkün olamamaktadır. Çünkü belirtilen sondaj takımlarının taşlı dolgularda ilerlemesi mümkün değildir. Buna karşılık çevredeki alüvyal birikinti alanlarından bu yolla önemli sedimantoloji-paleocoğrafya bilgileri elde edilmiştir. Örneğin 15.000 yıl kadar önce bugünkünden 100 m kadar alçakta bulunmuş olan deniz seviyesinin 6000 yıl kadar önce bugünkü seviyesine yükseldiği, bu sırada Troya batısındaki Karamenderes vadisine sokularak güneye doğru 17 km kadar uzunlukta, 3-4 km kadar genişlikte bir körfezin oluştuğu, sonra bunun alüvyonlarla dolmasıyla bugünkü ovanın şekillendiği belirlenebilmiştir. Bu gelişim sırasında 5000 yıl kadar önce Troya’nın bir kıyı yerleşimi olarak geliştiği, Troia VI döneminde (Günümüzden 3700- 3250 yıl önce) çevrenin bir delta kıyı düzlüğü durumuna dönüştüğü anlaşılmıştır. Bu döneme ait eski akarsu yatakları, bunlarla Troya yerleşmesi arasındaki alanın arazi kullanımı hakkında birçok yeni bilgi elde edilmiştir.

Arkeoloji araştırmalarında kuşkusuz en önemli konulardan biri de tarihlendirmedir (dating). Arkeolojide bunun klasik yöntemi, başta pişirilmiş killi topraktan yapılan eşyaların (çanak-çömlek) malzeme, şekil, renk, bezeme gibi özelliklerinin karşılaştırmalı değerlendirilmesine dayanır. Ancak günümüzde çok çeşitli fizik, kimya ve biyoloji bilgilerinden yararlanılarak geliştirilmiş tarihlendirme yöntemleri bulunmakta ve uygulanmaktadır. Örneğin C14 çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Pişmiş toprak eşya üzerinde “thermoluminescence”, üstü alüvyonlarla örtülmüş yüzeylerin tarihlendirilmesinde “optical stimulated luminescence” yöntemlerinden yararlanılmaktadır. Çürümeden kalabilmiş ahşap buluntulardan ağaç halkaları incelemeleri ile sağlıklı kronoloji değerlendirmeleri (dendrokronoloji) yapılabilmektedir. Uygun sedimanlar içindeki polenlerin incelenmesi ve istatistik yöntemlerle değerlendirilmesi hem kronoloji, hem de çevredeki bitki örtüsü değişmeleri hakkında kıymetli bilgiler sağlayabilmektedir.

Arkeolojinin önemli konularından biri de farklı alanlarda gelişen kültürler arasındaki ilişkilerdir. Bunun için de klasik yöntem, belli kültürleri temsil eden çanak-çömlek türü eşyanın dağılımıdır. Böyle eşyaların yapımında kullanılan kil mineralleri içindeki parmak izi niteliğinde iz elementlerin (trace elements) gelişmiş fizik yöntemleriyle belirlenmesi (izotop analizleri), bunların kökeninin bulunmasını ve dağılımının izlenmesini sağlamaktadır. Aynı yöntem obsidyen, sileks gibi çok eski çağlarda alet yapımında kullanılmış taşların, bakır, kalay, altın, gümüş gibi belli çağlara simge olmuş madenlerin, çeşitli çağlarda mimaride ve sanatsal eserlerin yapımında kullanılmış olan granit, mermer gibi taşların köken ve dağılımlarının belirlenmesinde de kullanılmaktadır.

Yukarıda değinilen ve en geniş anlamıyla hepsi “jeoarkeoloji” kavramı içinde toplanan araştırma yöntemlerinden Türkiye’deki arkeolojik araştırma ve kazıların pek çoğunda yararlanılmaktadır. Bunun için arkeoloji araştırma ekiplerine ilgili alanlardan uzmanlar katılmaktadır. Örneğin Troya projesinde böyle çeşitli bilim alanlarından katılan uzmanların sayısı 100 ü geçmektedir. Ancak özellikle tarihlendirme ve izotop analizlerinden çoğunun Türkiye’de seri olarak yapılması mümkün olamamaktadır. Bunlardan çoğunun, teknolojisi devamlı gelişme durumundadır. İzlenmesi, uygulanması zor ve pahalıdır. Bu nedenle genellikle yabancı meslektaşlarımızla işbirliği içinde çalışılmakta, bir yandan arkeolojik araştırmalara yararlı katkılar sağlanırken bir yandan da arkeolojik araştırma projeleri çeşitli yeni tekniklerin geliştirilmesinde uygulama ve deneme ortamı oluşturmaktadır. Bu işbirliği, çeşitli bilim alanlarındaki yeni gelişmelerin daha yakından izlenmesi ve genç araştırmacıların yetişmesi bakımından da yararlı olmaktadır.

Sonuç olarak yeryüzü insanların yaşama ve yaşamak için gerçekleştirdikleri her türlü etkinliğin mekânıdır. Bu nedenle, geçmişte de, bugün de yeryüzündeki her türlü oluşum ve özellik insan yaşamını etkilemekte, yaşama biçimini şekillendirmektedir. Bugün bu ilişkiler bütün çeşitliliği ile coğrafya çerçevesinde toplanmaktadır. Geçmişteki ilişkiler ise insanların nesnel eserlerine yansımış olmasından yararlanılarak arkeolojide incelenip değerlendirilmektedir. Jeoarkeoloji bu ikisini buluşturmakta, birleştirmektedir. Jeoarkeolojinin kelime anlamı, gerçekteki uygulama anlamını tam karşılamamaktadır. Ancak jeoarkeoloji belli bir yaklaşımı kısaca ifade eden, gittikçe yaygınlaşan, kabul gören bir terim olarak kullanılmaktadır. Buna bir konu sınırı çizmeye ve katı tanımlaması yapılmış bir çerçeveye yerleştirmeye zorlamanın bir gereği ve yararı bulunmamaktadır. Jeoarkeoloji gelişen, bilim alanları arasında gelişmeyi teşvik eden, yeni, çok alanlı (multidisipliner) bir bilimsel araştırma ortamı oluşturmaktadır.


Benzer Haberler & Reklamlar