Dinozorlar hakkında 4 büyük yanılgı: Dinozorlar Çağında gerçekte neler oldu?

Dinozorlar hakkında 4 büyük yanılgı: Dinozorlar Çağında gerçekte neler oldu?

Pek çok popüler yayın organında ve hatta sözde bilimsel yayında dinozorların bir zamanlar Dünya’nın tek hakimi oldukları, milyonlarca yıl gezegene hükmettikleri ve memelilerin evrimini baskıladıklarına dair ifadeler okumuşsunuzdur. Peki bunlar gerçekten doğru ifadeler mi? İşte paleontolojistlerin ulaştığı bilgilere göre dinozorlar hakkındaki yanlış inanışların doğrusu:

Söz dinozorlardan açıldığında genel olarak denilir ki; "Dinozorlar 150 milyon yıldan uzun bir süre Dünya’ya egemen olmuştu. Yırtıcı tiranozorların gagalı dinozorları avladığı, dev saropodların kulakları sağır eden ayak sesleriyle yeri salladığı ve dikenli stegozorların kuyruklarını savurduğu bu sürüngenlerin saltanatı o kadar görkemliydi ki, sadece 10 km genişliğindeki bir asteroidin beklenmeyen çarpışıyla son bulmuştu. Ardından gelen felaket, dünyayı atalarımız ve akrabalarımıza; memelilere devretmişti. Böylelikle 66 milyon yıl sonra, bu korkunç kertenkelelerin geride bıraktıklarını diğer canlılar devraldı"

Ne var ki paleontolojistlerin fosillerden elde ettiği bilgilere göre bu anlatımlar temelde birkaç yönden yanlış.

Şimdi “Dinozorlar Çağı”nda gerçekte neler olduğununa bilimsel gerçekler ışığında bakalım:

İddia: Dinozorlar ortaya çıktıklarından beri gezegene egemen olmuşlardı.
Gerçek: Dinozorlarlar başlangıçta sevimli, küçük canlılardı.

Bildiğimiz en eski dinozorlar, yaklaşık 235 milyon yıl önce Triyasik dönemin orta kısmında yaşamıştı. Bu sürüngenler hiçbir şeye egemen olmamıştı. Afrika, Güney Amerika ve Avrupa’daki son bulgulardan, orta boyutlu bir köpekten daha büyük olmadıklarını ve yaprak ile böceklerle beslenen ince, hepobur canlılar olduklarını biliyoruz. Bunun aksine timsahların antik akrabaları çok daha bol ve çeşitliydi. Timsahların Triyasik dönemdeki akrabaları arasında, büyük avları iki bacak üzerinde kovalayan keskin dişli etçiller, kemiksi pul ve dikenlerle kaplı “armadillodiller” ve eğreltiotu yiyen, neredeyse devekuşunu andıran gagalı canlılar vardı.

İlk dinozorlar Mesozoik dönemin geri kalanı boyunca gelişip serpilecek ana soy hatlarına evrimleşmeye başlarken bile, timsahların akrabalarıyla karşılaştırıldığında çoğu ufak ve nadir görünen canlılardı. Uzunluğu 8 metreye ulaşan ilk büyük hepobur dinozorlar, Triyasik dönemin yaklaşık 214 milyon yıl önceki son zamanlarına dek evrimleşmemişti. Fakat Triyasik dönemin sonunda her şey değişti. Pangea kıtasının ortasındaki yoğun volkanik patlamalar küresel iklimi farklılaştırdı; havaya yayılan gazlar, dünyanın sıcak ve soğuk aşamalar arasında gidip gelmesine neden oldu. O zamana kadar dinozorlarda sıcakkanlı metabolizmalar ve yalıtıcı tüy kürkleri evrimleşmiş, bu sayede krizi nispeten etkilenmeden atlatmışlar, bu esnada diğer pek çok sürüngen türü ise kaybolmuştu. Bu kitlesel yok oluş meydana gelmeseydi, daha çok “Timsahlar Çağı” olabilirdi; ya da en azından çok daha geniş bir sürüngen karakteriyle çok farklı bir hikaye olurdu. Bu Dinozor Çağı’nın ortaya çıkışının tek sebebi, küresel yok oluş karşısında şanslı olmalarıydı.


İddia: Dinozorlar gezegenin tamamına uzanıyordu.
Gerçek: Dinozorlar hiç denizde yaşamak üzere evrimleşmemişti.

Bir okyanus dünyasına “egemen olan” dinozorlardan bahsetmek kulağa ilginç geliyor. Deniz seviyeleri zamanla yükselip düşmüş ise de, denizler Dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 71’ini oluşturuyor ve 1.375 kilometre küpten fazla su barındırıyor. Her ne kadar çok çeşitli olsalar da dinozorların Dünya’daki baskın yaşam formları olduğu iddiası, gezegenimizin dörtte üçünün okyanus olduğunu görmezden gelirsek mantıklı olurdu.

Bazı dinozorlar yüzmüş olsa da ve antik sığlıklarda çizikler ile yüzme izleri bırakmış olsalar da, hiçbiri bütün hayatını okyanuslarda yaşayacak şekilde evrimleşmemişti. Penguenlerde (yaşayan dinozorlar) bile pek çok deniz memelisi gibi denizde kalma kabiliyeti evrimleşmiş değil. Karadaki yuvalarına geri dönmeleri gerekiyor. Tarih öncesi okyanuslara vurgu yapacak olursak, o zaman bu su krallığına egemen olan çeşitli şekil ve boyutlarda deniz sürüngenleri vardı. Balığa benzeyen ihtiyozorlar, uzun boyunlu ve dört paletli plesiozorlar, Komodo ejderinin mozazor isimli dev akrabaları ve dinozor olmayan çok daha fazla sürüngen, milyonlarca yıl boyunca denizlerde yaşamış ve pek çoğu ammonit adı verilen, çok daha bol miktarda olan spiral kabuklu kafadanbacaklılar ile besleniyordu.

Elbette bu ekosistemler bir plankton temeli üzerine inşa olmuştu. Kokolitofor adlı disk şekilli algler olmadan, Triyasik dönem, Jura ve Kretase döneminin bu karizmatik yüzücüleri gelişemezdi. Deniz sürüngenleri gibi karizmatik canlıların başarılı olmasını her yerde bulunan, ufak yaşam formları sağlamıştı. Bu durum, bizi etkileyen kara ve deniz canlılarının besin ağlarının temellerini oluşturan çeşitli küçük canlılar olmadan var olamayacağını bir kez daha hatırlatıyor. Herhangi bir ekosistemde hakimiyet olarak gördüğümüz şey, aslında çoğu kez fark edilmeyen pek çok ilişki ve etkileşimin bir sonucu.


İddia: Dinozorlar memelilerin evrimini baskılamıştı.
Gerçek: Memeliler Dinozorlar Çağı’nda büyüyüp gelişmişti.

Dinozor hakimiyetinin klasik bir örneği de bir Kretase gecesinde bir böcek kovalayan küçük, heyecanlı bir memelidir. İddiaya göre dinozorlar çok büyümüş ya da gündüz vakti gezecek kadar şaşkın olan tüm canavarları kapardı; dolayısıyla memeliler, asteroid atalarımızın ve akrabalarımızın gölgelerden çıkmasına olanak sağlayana kadar ufak ve gece hareket eden canlılar biçiminde evrimleşmişti. Mesozoik dönemdeki bazı memelilerin bu ufak boyutlu ve böcek avlayan adaptasyonları, memelilerin dinozorların başarısıyla kısıtlandığını ve bu durumun daha çok büyüyüp yeni nişler açmalarına engel olduğunu gösteren işaretler şeklinde varsayılmış.

Fakat taşılbilimciler son 20 yılda bu klasik hikayeyi yeniden yazarak, memelilerin ve akrabalarının dinozorlar ile yanyana büyüyüp geliştiğini gösterdi. Mesozoik dönemde suda yüzen, toprağı kazan ve ağaçlar arasında süzülen, hatta küçük dinozorları yiyen kürklü canavarlar vardı. Sincapların, rakunların, su samurlarının, kunduzların, şeker planörlerinin, karıncayiyenlerin ve daha fazlasının ataları, Jura ve Kretase dönemi boyunca evrimleşmişti. Bunlar arasında ağaçlardan, T. rex’lerin kafalarının üstünden geçerek tüyen ilk primatlar da vardı. Şu an bildiğimiz tüm Mesozoik dönem canlılarının ufak olduğu doğru olsa da (en büyüğü hemen hemen bir Amerikan porsuğu boyutundaydı), araştırmacılar antik atalarımızın birbirleriyle etkileşim şeklinin evrimlerini şekillendirmede dinozorlardan çok daha önemli olduğunu fark etmiş. Aslında, dinozorlar gittikten sonra bile yeni memeli türlerinin çoğu ufak kalmaya devam etmiş. Boyuta o kadar çok takılıp kalıyoruz ki, yere daha yakın olan gerçek hikayeyi ıskalıyoruz.


İddia: Dinozorlar gezegene milyonlarca yıldır egemen olmuştu.
Gerçek: Tek bir tür bir gezegene hakim olamaz.

Tarih öncesi bir hiyerarşiye olan saplantınız, gerçek jeolojik kayıtlardan ziyade kendimiz hakkında daha çok şey söylüyor. Dinozorların gezegeni ele geçiren canlılar olduğunu bir kozmik kazayla yok olana kadar böyle kaldıklarını hayal ediyoruz. Triyasik dönem, Jura dönemi ve Kretase döneminin dinozorları, bütün büyük kara parçalarında 150 milyon yıldan uzun süre yaşamıştı. Sürdükleri düşünülen bu saltanat, çoğu kez kendi sahip olduğumuzu düşündüğümüz saltanat ile kıyaslanıyor; yani Homo sapiens‘in etrafta gezindiği 300.000 yıllık önemsiz bir dönem ile.

Fakat bu karşılaştırma birebir değil. Dinozorlar tek bir tür değil, tümüyle bir canlı grubuydu. Daha temelde ise hiçbir tür gerçek anlamda bağımsız değil: En uzun yaşayan ve en yaygın olan canlılar bile diğerlerine bel bağlıyor. Dev boyutlu, bitki yiyen dinozorların ginkgolar, atkuyrukları, kozalaklar ve diğre bitkilerden oluşan Mesozoik bir salata barından beslenmesi gerekiyordu; bu besinler için ise bağırsaklarında sindirim için özelleşmiş bakterilerin olması gerekiyordu. Efsane T. rex bile kendi başına bir ekosistemdi. Topraktaki mantar ve mikroorganizmalar ile ilişkiler geliştiren bitkiler yiyen hepçiller ile avlanıyordu. Böyle bir yaşam tablosuna bakmak ve hakimiyeti odaklanmak, yanlış yere bakmak ve yaşamın tarihini kazananlar ve kaybedenler olarak ikiye bölerek, farklı canlıların büyüyüp gelişmesi için gereken bağlantılar ile toplulukları ıskalamak anlamına geliyor. Belki de dinozorlar, kendimizi dişlek ağızlarının önüne koymayı sürekli bir saplantı haline getirdiğimiz filmlerde hükümranlık sürebiliyordur. Fakat Triceratops ve benzerlerinden alacağımız gerçek ders, evrimin nasıl çiçek açtığında yatıyor; Dünya’yı kimin yönettiğinde değil.

 

Yazar: Riley Black /Popular Science.

Çeviren: Ozan Zaloğlu. / popsci.com.tr

İlgili Haberler


Benzer Haberler & Reklamlar