Arkeoloji, seçime hazırlanan siyasetçilere neler kazandırabilir?

Arkeoloji, seçime hazırlanan siyasetçilere neler kazandırabilir?

Siyasetçiler ve siyasete soyunanlar arkeolojiden nasıl yararlanmalı? Yakın Doğu'da Siyaset, arkeolojik belgeler ışığında Neolitik çağlardan bu yana Önasya'daki inşaat siyaseti, siyasi entrikalar ve siyasetçilerin okuması gereken metinler: Doç. Dr. Halil Tekin "Siyasilerin veya siyasete soyunmak isteyenlerin arkeolojik belgeleri incelemesinde fayda vardır" diyor.

Ünlü Arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan; "Arkeolojinin Politikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji" kitabı başta olmak üzere Türk Arkeolojisinin Sorunları'nı dile getirdiği kitaplarında, siyaset ve ideolojinin Arkeoloji bilimine baskısına dikkat çekmiş ve sorunların nasıl çözüleceği konusunda görüşlerini dile getirmiştir. 

Siyasetin arkeoloji bilimi üzerindeki etkisiyle ilgili tartışmaların daha uzun yıllar gündemde kalacağı bir gerçek ve bu alanda söz söyleceklerin de önce usta arkeoloğun eserlerini okuması gerektiği ortada. Ancak Türkiye'nin seçim atmosferine girdiği şu günlerde, siyasetçilerin arkeolojiye değilse de arkeologlara yaklaşımlarının daha yumuşak olacağı ortada. 

Şu günlerde konun bir diğer boyutuna bakmak gerekiyor. Haberimiz de o boyuttan bakan bir arkeoloğun paylaşımları ile ilgili.

Şu ana kadar gerçekleştirdiği çalışmalarla Türk arkeolojisinin yıldız parlayan isimleri arasında yer almayı başaran Doç. Dr. Halil Tekin, siyasetçilerin ve siyasete soyunanların arkeolojiden yararlanması gerektiğine dikkat çekerek, onlara okunacak başka kitaplar da öneriyor. 

Sosyal Medya Hesabında takipçilerine bilgi biirikimini aktaran önemli paylaşımlarda bulunan Doç Dr. Halil Tekin, son olarak "Yakın Doğu / Önasya'da Siyaset" başlıklı metinleri paylaştı. 

İşte Doç Dr. Halil Tekin'in siyasetçilere arkeolojinin önemini hatırlatan metinleri: 

SİYASİ ENTRİKALARIN ARKEOLOJİSİ

Günümüz Türkiye'sinin de içinde olduğu Yakın Doğu/ Önasya'daki siyaset, başlangıcından beri yeryüzünün diğer coğrafyalarından farklı şekillenir ve uygulanır. Bu nedenle arkeoloji ve eski çağ tarihi bilmeyenler için bazı olaylar çok şaşırtıcı olabilmektedir; oysa bunu bilenler fazla şaşırmazlar. Bilinen ilk devlet mekanizması ortaya çıktığı andan itibaren entrikalar hiç bir zaman bitmez. Çivi yazılı belgelerde bunun çok örneği vardır. Anadolu'da kurulmuş ilk merkezi devlet olan Hitit sarayında taht kavgalarında nasıl entrikalar olduğu hakkında Prof. Dr. Ahmet Ünal'ın kitabında ibret dolu bilgilere ulaşılabilir. Aslında bu türden entrikaları Mezopotamya'nın Assur ve Babil saraylarında veya İran'ın Pers/Akamenid saraylarında da görmek mümkündür. Bu coğrafyada siyaset çok sert ve yıkıcı yapılır; bin yıllardır böyledir. Siyasilerin veya siyasete soyunmak isteyenlerin arkeolojik belgeleri incelemesinde fayda vardır.

UR KENTİNİN DÜŞÜŞÜ VE UR AĞITI TABLETİ

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Yakın Doğu / Önasya’da, merhum Çetin Altan’ın yazılarında sürekli vurguladığı gibi, rakip ile mertçe ve yüz yüze mücadele etmek olan “düello” yerine “pusu” geleneği hakimdir. Bu nedenle saldırının ne zaman ve nereden geleceği kestirilemez; çoğu zaman yıkıcı darbe çok güvenilen en yakınından gelir.

Yakın Doğu / Önasya çivi yazılı belgelerinde bunun maalesef üzücü örnekleri bolca yer alır. Hiç kuşkusuz en trajik olanların başında Sumerin tarih sahnesinden silinmesine de neden olan Ur kentinin düşüşüdür. Bilindiği gibi Sumerliler, çoğunlukla kendi aralarında rekabet halinde kent devletlerinin siyasal oluşumuydu. Bunlar arasında Ur kenti (günümüzde Irak’ın Basra kenti yakınlarında) yaklaşık bin yıl boyunca Sumerlilik içinde önemli yer tutmuştur. Sumer’in “Rönesans dönemi” olarak da anılan Ur’da III. Hanedan Dönemi’nin son kralı İbi-Sin (ca. MÖ 2026-2004-Orta Kronoloji) zamanında büyük kıtlık yaşanırken, Suriye’den Basra Körfezi’ne kadar uzanan egemenlik alanında, sonradan Assur ve Babil devletlerini kuracak olan ve bugünkü Araplar ile aynı dil ailesine mensup, Sami/Semitik kökenli Ammuru kabileleri kontrolsüz biçimde ülkede yerleşmeye başlamışlardı. Ekonomi bu düzensiz göç ve kıtlıktan dolayı çok kötü olmuş, hayat pahalılığı sıradan insan için yaşamı çekilmez hale getirmişti. İbi-Sin bu kıtlığa çözüm için en çok güvendiği İsin kentinin valisi İşbi-erra’dan kentin depolarında saklanan yaklaşık 14.400 ton (Sumer ölçü birimi 72.000 GUR) tahılı Ur’a getirmesi için 600 gemi göndermişti. Oysa İşbi-erra’nın çok farklı planı vardı. Sami kökenli olan İşbi-erra, Sumer’in kendisine sunduğu tüm imkanları ve pozisyonları göz ardı ederek, bir ihanet içinde, Sumer’in en büyük rakibi olan Elam (bugünkü İran) kralları ile gizlice anlaşmış ve Ur kralı İbi-Sin’in son şans olarak beklediği tahılı göndermemiştir.

Elam ordularının Kindattu önderliğinde topyekûn saldırısı sonucu, Sumer orduları büyük yenilgi almış, İbi-Sin esir edilerek üstündeki tüm giyseler çıkarılıp, halkın önünde çırılçıplak teşhir edilmiştir. Ur’un düştüğü haberi geldikten sonra İşbi-erra, kendisini İsin kralı ilan etmiş ve elbette Elam kralı ile yaptığı antlaşma ile tahtını güçlendirmiştir.

Artık Mezopotamya’da Sumer ve Sumerlilik tarihe karışmış, yerine, günümüze kadar varlığını sürdürecek Sami kökenli bir egemenlik yerleşmiştir (İsin, Larsa, Assur, Babil vd). Ur’un ve Sumer’in düşüşünün yarattığı büyük travma bir Sumer kâtibi tarafından çivi yazılı kil tablette oldukça dokunaklı bir şiir olarak kaleme alınmıştır. Arkeolojide “Ur Ağıtı” olarak bilinen bu çivi yazılı belgenin pek çok kopyası sonradan yazılmış olup, bir büyük ihanetin belgesi olarak, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin dahil olduğu dünya müzelerine dağılmış durumdadır.

Fotoğraftaki tablet "Ur Ağıtı" kopyalarından birisi olup, Paris'teki Louvre Müzesi'ndedir. 

DEVASA ANITLAR, SARAYLAR, TAPINAKLAR VE KAMU BİNALARI

Eski Yakın Doğu / Önasya’yı “inşacı” olarak tanımlamak uygun olmakla birlikte, bu tabiri sadece mimari alanda söylemek eksik kalacaktır. Örneğin süsleme sanatında motiflerin yüzeye yerleştirilmesinde de “inşacı” yaklaşım hemen dikkat çeker. Bu özellik, Neolitikten başlar ve günümüze kadar devam eder. Bu inşacı yaklaşım, sonraları ortaya çıkacak olan Yunan/Roma kökenli Batı sanatından da farklılık gösterir. MÖ 5. binyıldan sonra merkezi otoritenin görünür olmasını da yine anıtsal binalarda gözlemlemek mümkündür. Anıtsal inşaat; yöneticiler tarafından her zaman gücün göstergesi olarak öne alınmış ve olabildiğince “büyük”, “en büyük” inşaat faaliyetleri olarak desteklenmiştir. Yerkürede en eski kent devletlerinin kurulduğu bu coğrafyada, yöneticiler inşaatı konu edinen tasvir eserlerinde bizzat görünmektedir. Sumer ülkesinin önemli kent devletlerinden Lagaş’ta (günümüzde Irak’ın güneyi) Birinci Hanedan krallarından Ur-Nanşe (ca. MÖ 2550-2500) ve oğlu ile diğer yöneticilerin kabartma olarak betimlendiği kireçtaşı levha üzerinde bir temel atma töreni resmedilmiştir. Bir başka Sumer kenti Tello (Girsu) kazılarında ortaya çıkarılan bu levha üzerinde kral diğerlerinden daha büyük boyutta yapılmış olup, başında taşıdığı hasır sepet içindeki inşaat malzemesiyle adeta ilk harcı kendisi atmaktadır. Benzer bir tasvir yaklaşık bin yıl sonra, bu sefer Assur İmparatorluğunun son krallarından Assurbanipal (MÖ 669-631), tanrı Nabu için inşa edilecek tapınağın temelin atılmasında başında taşıdığı sepet ile ilk harcı taşımaktadır.

Tapınak, saray ve benzeri kamusal binaların inşası ve bunların olabildiğince büyük boyutlu olması bilinçli bir tercih gibi görünmektedir. Böylelikle bu büyük boyutlu ve ihtişamlı yapılar sıradan insanların kendilerini otorite karşısında zayıf, küçük ve önemsiz hissetmeleri sağlanmaktadır. Özellikle Mezopotamya’nın ilk tapınaklarının dış cephesinde yer alan derin nişler, ışık-gölge oyunu ile uzaktan birey üzerinde çok daha güçlü etki yaratmış gibi görünmektedir. Bunu günümüzün yüzeyi camla kaplı kule binalarıyla karşılaştırmak da mümkündür.

ÖNASYA'DA TAHTA GEÇEN HERKESİN İLK İŞİ BÜYÜK İNŞAAT FAALİYETLERİ

Çivi yazılı belgeler göstermektedir ki, Yakın Doğu / Önasya devletlerinde tahta geçen her kral veya eyalet valisi ilk iş olarak büyük inşaat faaliyetine girişmektedir. Bunu yaparken ortada bir ihtiyacın olması da gerekmemektedir. Örneğin Assur İmparatorları atalarının inşa ettikleri ve kendilerinin çocukluklarının geçtiği saraylarda hükümranlıklarını devam ettirmek yerine, çok daha büyük ve oldukça masraflı yeni saraylar, hatta yeni başkentler kurulmasını desteklemiştir. Benzer durum tapınaklar için de geçerlidir. Kentlerin yüksek noktalarına inşa edilmiş çok sayıdaki tapınakların yanına yenileri eklenmiştir. Hitit kralı III. Hattuşili gibi tahtı yeğeninden gasp eden krallar da meşruiyet sorununu çözmek için başkent Hattuşaş’ın (Boğaköy) Yukarı Şehir bölümünde çok sayıda tapınak inşa etmiştir. Assur tahtının varisi olduğu şüpheli olan II. Sargon da hiç ihtiyaç yokken büyük bir masrafla kendi adıyla anılan Dur-Şarrukin/Khorsabad (Sargon’un Kenti) isimli yeni bir başkent inşa etmeye koyulmuştur. Söz konusu inşaatın onuncu yılında, henüz tamamlanmadan, yaklaşık 70.000 kişinin 10 gün boyunca katıldığı çok gösterişli bir açılış töreni düzenlemiştir. Kralın ani ölümünün ardından tahta geçen oğlu Sanherib (MÖ 704-681) babasının yarım bıraktığı inşaatı tamamlamak yerine, yeni bir başkent inşa etmeye karar vermiş ve bugün Musul’un bir mahallesi durumunda olan Ninova/Ninive kentinde devasa saray ve tapınaklar ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde tahtın varisi olmayan Pers / Akamenid İmparatoru Darius, insanlık tarihinin en muhteşem kenti olarak kabul edilen Persepolis’i MÖ 518 yılında inşa etmeye başlamıştır. Büyük İskender’in askerleri bu kenti gördüklerinde adeta kendilerinden geçmiş şekilde yağmalamıştır.

İNŞAAT POLİTİKALARINDAN HİÇ VAZGEÇİLMEDİ

Bu coğrafya inşacıdır; siyasetin temeli anıtsallık içeren inşaata dayanır. Yerleşik yaşamın başlangıcını temsil eden tarihöncesinin Göbekli Tepe, Nevali Çori, Karahantepe, Jerf-el Ahmar (Karkamış’ın güneyinde Suriye yerleşimi) ve diğer yerlerinde anıtsal binaların inşa edilmiş olması bunun bir göstergesidir. Merkezi güçlerin ortaya çıkmasıyla birlikte bu büyük ivme kazanır. Bu coğrafyanın yöneticileri ihtiyaç olmasa bile büyük inşaat projelerinden hiç vaz geçmemişlerdir. İnşaat, her dönemde bu coğrafyanın ekonomisi ve siyasetinde temel belirleyici olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak müteahhitlik her zaman revaçta bir iş kolu ve doğal olarak siyasetle iş birliği içindedir. Günümüzde merkezi veya yerel siyasetçilerin önemli çoğunluğunun müteahhit olması da tesadüf değildir. Bunu göz ardı ederek belirlenmeye çalışılacak politikalar, her zaman güçlü bir dirençle karşılaşacaktır. 

***

Doç. Dr. Halil Tekin'in paylaşımları şimdilik bu kadar. Öte yandan Arkeo-Duvar dergisinin 13. sayısında (Mart-Nisan 2023) "Tarihöncesi toplumsal eşitsizliğin arkeolojik yansımaları: Nerede ve nasıl başladı?" yazısını da onumanızı öneriyor. 

Teknolojinin hızla geliştiği dünyada arkeolojinin alt disiplinleri de hızla dallanıp, budaklanıyor. Yakın gelecekte o alt disiplinler arasında "siyaset arkeolojisi" de eklenebilir.

arkeolojikhaber

İlgili Haberler


Benzer Haberler & Reklamlar