Soğd: Soğdya, Soğdlar, Soğdca ve Soğd Tüccarları

Soğd nedir? Soğdya neresidir? Soğdlar kimlerdir? Soğdca hangi kavmin dilidir?

Soğd  Orta Asya’da yaşamış İran coğrafyası kökenli bir kavim ve  onların yaşadığı bölgenin adıdır.  Soğd Tüccarları tarihi İpekyolu'ndaki ticarette önemli rol oynamışlardır.   Soğd tüccarları Göktürk koruması altındaki İpek yolu üzerinde çok etkili hale gelmiş ve Çin’den İtalya’ya kadar uzanan ticareti kontrollerine almışlardı... Bu nedenle modern empaeryalizmin kolonizasyon rekabeti sırasında onlara dair araştırmalar öne çıkmış ve bu araştırmalar Soğdların ününe ün katmıştır. İleri düzeyde ticaret ve diplomasi bilgisine sahip Soğd halkı, geniş bir coğrafyanın tarihini aydınlatmada rehberlik vazifesi görecek çok sayıda yazılı metin bırakmıştır. Soğd tüccarlarının bir önemi de sadece ticari mal değil külütr ve dinsel inanların taşıcıyıcıları olmalarıdır. Maveraünnehir merkezli İran orijinli Soğd halkı, Asya kıtasının muhtelif yerlerine kurdukları ticaret kolonileri, diplomasi ve dil öğrenmedeki maharetleri ile İpek yolu üzerinde kültürel, inançsal ve siyasi fikirlerin taşıcıyıcısı olmuş, onların birbiriyle etkileşimde önemli rol oynamışlardır.

Soğd ülkesi, (Soğdiana - Soğdya);  Tarihte ilk izleri MÖ 6. yüzyılda görülen İran kökenli halklarından Soğdlar'ın yerleşik oldukları bölgedir.  Günümüzde bir kısmı Özbekistan ve Tacikistan sınırları içerisinde yer aldığı Maveraünnehir bölgesi sınırlarında yer alan Soğdya, Türk, Fars ve Çin medeniyetlerinin keşişim noktası ve onlar arasında köprü gibidir...

Soğdca (Sauzina); soğdların konuştuğu dildir... Soğd metinleri bu dilde üretilmiştir...

Soğd Tarihine gelince... 

Prof. Dr. Ahmet Taşağıl; TDV İslam ansiklopedisi'nin Soğd maddesinde, onlar hakkında özetle şu bilgileri verir:  

İsmin aslı Eski Farsça Suguda, Yeni-Avesta Suğda olup Grek kaynaklarında Sogdioi (Sogdianoi) şeklinde geçer ve ülkelerine Sogdiana denir. Müslümanlar ise Suğd şeklinde söyledikleri kelimeyi hem İran menşeli bu kavim hem ülke adı olarak kullanmışlardır. Soğd ülkesi, en önemli merkezleri Semerkant ve Buhara olmak üzere Amuderya ile Siriderya arasında yayılan ve günümüzde Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan sınırları içinde kalan coğrafî bölgedir. Soğd kültürü batıda Marginya, kuzeyde Hârizm ve Kızılkum çölü, doğuda Fergana, güneyde Baktriya-Tohâristan ile sınırlanan kesimlerde ve özellikle Zerefşân ve Kaşkaderya ırmakları boyunca gelişmiştir. Sogdiana / es-Suğd terimi tarih içinde, Semerkant’ın üstünlüğünü tanıyan bağımsız bir prenslikler konfederasyonunu ifade etmiştir. Orta Farsça dönemi dillerinden biri olan Soğdca ise coğrafî ve siyasî sınırların çok ötesinde, bir ara bütün İpek yolu güzergâhında konuşulan uluslararası bir dil halini almıştır 

Arkeolojik kazılar, Soğd ülkesindeki ilk yerleşim merkezlerinin milâttan önce 1000-500 yılları arasında kurulmaya başladığını göstermektedir. Bölge önce Persler’in hâkimiyetine girdi, ardından Büyük İskender’in doğu seferini müteakip muhtemelen Baktria kolonisine dahil edildi. Milâttan önce 209’u izleyen yıllarda Büyük Hun İmparatoru Maotun’un (Mete) eline geçen ve Hunlar’ın yıkılmasından sonra Yüechihler’in, ilk üç milâdî asırda yine onların kurduğu Kuşan İmparatorluğu’nun, IV. yüzyılın ikinci yarısında Hionitler’in (Kidarit Hunları), V. yüzyılın ortasında Eftalitler’in (Akhunlar) ve 558 yılında Göktürkler’in hâkimiyetine giren Soğd bölgesi özellikle Göktürk döneminde Orta Asya’nın ekonomik, siyasal ve kültürel merkezi oldu. Bu dönemde bölge Amuderya ile (Ceyhun) Tanrı dağları arasını kapsıyordu. Soğd tüccarları Göktürk koruması altındaki İpek yolu üzerinde çok etkili hale gelmiş ve Çin’den İtalya’ya kadar uzanan ticareti kontrollerine almışlardı. Soğdca yazılmış olan 582 tarihli Bugut yazıtı Göktürk hükümdarlarından bahsetmektedir. II. Göktürk Hükümdarı Kapgan Kağan (692-716) Çin’de bulunan esir Türkler’le birlikte esir Soğdlar’ın da geri gönderilmesini istemişti. Öte yandan son zamanlarda Çin’de yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen bulgulara, özellikle görkemli mezar taşlarına göre burada VI-VIII. yüzyıllar arasında zengin bir Soğd tâcirler sınıfı oluşmuştu ve bu tâcirler imtiyazlı bir statü kazanmıştı. Çinliler’e uzaklardan kıymetli mallar temin ediyor ve Çin ordularının Orta Asya’daki iâşelerini karşılıyorlardı. Bu arada maaş karşılığı ödenen ipek rulolarını da ucuza alıp yeniden ihraç ediyorlardı.

Soğd bölgesi 87-96 (706-715) yılları arasında Kuteybe b. Müslim tarafından fethedildi. Böylece en önemlileri Semerkant, Buhara, Pencikent, Varahşa, Kobudan, İştihan, Maymurg, Keş, Beykend (Bîkend) olan Soğd şehirlerinin tamamı Emevî yönetimine girdi ve zaman zaman vuku bulan isyanlara rağmen İslâm hâkimiyeti yavaş yavaş buralara yerleşti. İslâm’ın gelmesinden sonra bölgeden kaçan Soğd kökenli Mani rahiplerinin etkisiyle Uygur Kağanı Bögü 764’te Maniheizm’i kabul etti. Çin’de de yine Soğd etkisiyle Mani dini yayılma imkânı buldu. Uygurlar, İslâmiyet’in bölgeye gelmesinden sonra kaçan Soğdlar’ın alfabelerini ve birçok kelimelerini aldılar; Anadolu’da da kullanılan “kent” (kend) kelimesi bunlardan biridir. İslâm öncesinde olduğu gibi İslâm’dan sonra da Soğd tüccarları İpek yolu üzerinde etkili rol oynadılar. Bunlar hakkında hem İslâm hem Çin kaynaklarında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Özellikle Bîrûnî’nin el-Âs̱ârü’l-bâḳıye’de anlattıklarından faydalanılmış ve Doğu Türkistan’da Buda, Mani ve hıristiyan dinlerine ait çok sayıda yazılı metin ortaya çıkmıştır. Ancak İslâmiyet’ten sonra Soğd ülke adının daha dar bir bölgeyi ifade etmeye başladığı görülmektedir. Bölgeyi İslâm dünyasının doğu kesiminin en güzel yeri olarak tanımlayan İstahrî’ye göre Soğd, Buhara’nın doğusundaki Debûsiye’den Semerkant’a kadar uzanan sahaları kapsıyordu; buna bazı kaynaklarda Buhara ve Keş de (Kiş) ilâve edilmiş ve bazan Keş, Soğd’un başşehri olarak gösterilmiştir. Kâşgarlı Mahmud, Soğd adıyla Buhara ile Semerkant arasına işaret etmektedir. Mücmelü’t-tevârîḫ’te bildirildiğine göre, feodal Soğd şehir beylerine “beg tigin” denilmekteydi. Bunun yanında “ihşîd” kelimesi “prens” veya “hükümdar” anlamında kullanılan bir unvandı.

IX ve X. yüzyıllarda Sâmânî sınırları içinde kalan Soğd o dönemde kültür ve medeniyet açısından en parlak günlerini yaşadı; özellikle Zenden bölgesinde dokunan ve “zendenî” adı verilen kumaş türüne büyük ilgi duyuldu. Sâmânîler’in son zamanlarına doğru Mâverâünnehir tamamen Türkleşti, ancak Soğdca XII. yüzyıla kadar bölgede konuşulmaya ve Türkçe’ye kelime vermeye devam etti. Günümüzde yalnız Yagnubi’de Soğdca’nın bir lehçesi konuşulmakta ve sadece Semerkant dolaylarında Zerefşân ırmağının kollarından Karaderya ile Akderya arasında kalan adaya Yarım (Nîmî) Soğd, Akderya’nın kuzeyine de Büyük Soğd denilmektedir.

Soğd sanatı IV-VII. yüzyıllar arasında gelişerek bölgeyi etkisi altına aldı, X. yüzyıla kadar da varlığını korudu. Çok fazla kültürel kaynaktan beslendiği anlaşılan bu sanatta Hint Gupta sonrası, Sâsânî ve Çin’deki Suei ve T’ang hânedanı etkileri hissedilmektedir. Özellikle Pencikent ve Varahşa’da bulunanların dikkat çektiği Soğd eserleri arasında duvar resimleri ve ağaç oymalar ön plana çıkmaktadır. Ağaç heykeller Hint geleneğinin devamı niteliğindedir. Taberî, Kuteybe b. Müslim’in Semerkant’ı ele geçirdiğinde çok sayıda tapınak yıktırdığını ve bunların Zerdüştî ateş tapınaklarına benzediğini söylemektedir. İslâm ordularının fethinden sonra bölgede iki de Budist manastırının yıkıldığı bilinmektedir.

Soğdların ve Soğdça'nın keşfine dair,  Dr. Başak Kuzakçı'nın Türk Tarihi Araştırmaları Dergisinde yayınlanan (2022, Cilt: 7 Sayı: 2, 63 - 76, 22.12.2022) Arkeoloji ve Emperyal Rekabet: Soğdların ve Soğdça'nın Keşfi  (XIX-XX. Yüzyıl) başlıklı makalesi kayda değerdir.  Sizler için bu makalenin konumuzla ilgili önemli kısımlarını alıntıladık: 

"Emperyalizm çağında antikiteye ve eski toplumlara dair bütün ürünler ve eserler, kültürel üstünlüğün ve prestijin göstergesi olarak bir tür güç sembolü, kültür hegemonyasının vasıtasıydı. 

(...) XVIII. yüzyılın sonunda ve XIX. yüzyıl başlarında emperyalizmin öncü kuvveti olarak görülen arkeologlar (...) ve  Asya üzerindeki rekabeti ve kültürel üstünlük mücadelesi bu kavram çerçevesinde izah edilebilir.  

Ancak Soğdların ve Soğdcanın keşfi nihayetinde sadece kolonyal yayılma süreçlerinin bir parçası olarak değerlendirilmemelidir.

XIX. yüzyılda Avrupa’daki kültürel altyapının genişlediği, klasik uygarlıklara yönelik akademik ilginin zirveye çıktığı, üniversitelere ve müzelere geniş kaynakların ayrıldığı dönemde, Avrupa’da primitif kültürlerden gelişkin medeniyetlere kadar geniş yelpazede eserler ve çalışmalar ortaya çıktı. XIX. yüzyılın sonlarında 1895’te coğrafyacı ve kartograf Sven Hedin’in keşif gezileriyle başlatılan Türkistan ve Çin’in keşif tarihi beraberinde Soğdların tarihin bir parçasına dönüşmesini sağladı. Bu bağlamda Soğdların keşfi Avrupa kolonyalizminin bir uzantısı olmanın yanı sıra Avrupa’nın çevre bölgeleri tanıma ve tanımlama sürecinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Arkeoloji ve politika ilişkisi bağlamında Soğd dünyasının ve Soğdcanın keşfi konusunda öncülüğü ise Macar-İngiliz arkeolog Sir Aurel Stein üstlendi.

Sir Aurel Stein, Eski Mektuplar/Ancient Letters ve Soğdcanın Çözülmesi Soğdcanın çözülmesi ve çevrilmesi pek çok ilim adamının ortak gayretleriyle mümkün oldu. Ancak Arthur Stein ve keşif gezileri Soğd medeniyetinin ve dilinin yeniden canlanmasını tetikleyen bu alandaki çalışmaları hızlandıran başlıca müsebibdir.

(...) Stein, Schliemann’ın Troya’da, Flinders Petrie’nin Mısır’da gerçekleştirdiği ve büyük hayranlık uyandıran keşiflerine benzer dikkat çekici keşifler yapmak için kendisine Asya, Hint coğrafyasını, bu coğrafyadaki unutulan Budist geçmişi seçti. Kuzey Hindistan ve Orta Asya’da antik yerleşim siteleri çevresindeki kazılarda yazmaların ortaya çıktığını bilen Stein, 1900’de Hindistan hükümetinden aldığı destekle ilk keşif seferinde Taklamakan Çölü’nün güneyinde Hotan Krallığına ait antik yerleşim kalıntıları, ahşap, kâğıt, deri, ipek ve diğer materyaller üzerine Saka dilinde (Khotanese) Prakrit harflerle yazılı elyazmaları keşfetti. Bunların yanı sıra Çince, Tibetçe yazılı materyaller de buldu. (...) 

(...) Arthur Stein, Soğd ve Orta Asya tarihi bakımından çığır açacak keşifleri 1904’ten itibaren
Hindistan Arkeoloji Departmanı ile müşterek çalışmaları sırasında gerçekleştirdi. (...) 

1906 Nisan’ında Hindistan Arkeoloji Departmanı’nın desteğiyle ikinci Orta Asya ve Çin keşif seferini başlattı. Kuzey Hindistan’daki Çitral ve Afganistan’ın kuzeydoğusu boyunca uzanan Vahan Geçidi üzerinden Çin’e kadar ilerlemiş ayrıca İpek Yolu’nun güney kolunda Hotan ve onun da ötesinde Dunhuang’a varmıştır. Stein’in Turfan bölgesinde çalışmalarını yürüttüğü esnada 1904’te Kaşgar’a konsolos olarak gönderilen İngiliz diplomat, George Macartney bölgedeki eski eserlerin toplanması hususunda Alman ve Rus ilmi heyetlerine karşı ciddi bir yarış halindeydi. Kaşgar üzerinde Rus-İngiliz diplomatik nüfuz mücadelesi yanı sıra XIX. yüzyılın sonundan itibaren bölgede eski eser ve yazma koleksiyonu toplama rekabeti de oldukça şiddetliydi. İngiliz Hariciyesinden doğrudan bu yönde aldığı talimatın gereği olarak çalışmalara başlayan Macartney, Kaşgar Rus Konsolosu Nikolay Petrovskiy karşısında güçlü bir rakip olarak ortaya çıktı. Nitekim Sir Aurel Stein’in bölgedeki çalışmalarını kuvvetli bir surette destekledi... Stein, bilhassa Dunhuang’ın sınır hattına Han Hanedanı devrinde inşa edilen sur duvarı boyunca yoğun bir kazı faaliyeti başlattı. Stein’in Dunhuang’ta ilk ciddi keşfi esasında 1880’lerde ortaya çıkarılan ancak Batı ilim dünyasının haberdar olmadığı Budist mağaralarıydı. Mağaraları ve içindeki duvar resimlerini, çoğunluğu Çince ve Tibetçe olmak üzere aralarında Soğdcanın da olduğu çeşitli dillerdeki kâğıt yahut farklı materyaller üzerine yazılı elyazmalarını, ipek üzerine işlenmiş resimleri ortaya çıkaran yerel rahip Wang Yuanlu’dan binlerce eseri Stein satın aldı. Dunhuang yazmaları Stein’in kariyerindeki en büyük başarılardan biri olmasına karşın, kendisi Çin’de bu girişimi sonrası “emperyalist hırsız” olarak damgalanarak kötü bir şöhrete kavuştu. Ayrıca önemli arkeolojik alanlara metodolojik olmayan müdahalelerinin büyük zararlar verdiği ve kazıdan ziyade yağmacılık yaptığı konusunda eleştiriler gündeme geldi (...) 

Stein’in Batı dünyasına taşıdığı erken dönem yazmaları, Orta Asya ve Çin kültürü genel anlamda Asya dünyasına yönelik XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Batı ilim dünyasında yükselişe geçen ilgiyi besledi ve bilimsel metodolojik çerçevede Asya etütlerinin artışına katkı sağladı. Stein, kendi dönemindeki eleştirilere, çalışma yürüttüğü sahalardaki devletlerin bürokratlarının engelleyici, bazı durumlarda aşağılayıcı tutumlarına rağmen Çin ve Orta Aya’nın dünya medeniyetine katkılarının farkındaydı. Bu katkıların gelecek kuşaklara aktarılması ve söz konusu coğrafyalardaki medeniyet eserlerinin yok olmaması için çalışmalarını yürüttü. Stein’in elde ettiği bütün kültürel ürünleri, buluntuları meslektaşlarının da incelemesine açarak alanın bütün uzmanlarının eserler, yazmalar üzerinde incelemeler yapmalarına imkân tanıması, onun çalışmalarının ve keşif gezilerinin arkasında yatan motivasyon ve hedefleri de açığa çıkarmaktadır. 

Sir Aurel Stein’in İkinci Asya keşif gezisi iki yıl sürdü ve esasında Stein, en dikkat çekici keşiflerini de bu gezide gerçekleştirdi. Macar-İngiliz kâşif Sir Aurel Stein’in Orta Asya’ya 1906-1908’de düzenlediği ikinci keşif seferinde “bilinmeyen dilde” yazılar bulmaya devam etti. 1907’de Doğu Türkistan keşif gezisinde Stein’in asistanlarından Naik, Dunhuang batısında harabe halindeki Çin gözetleme kulesinin nöbet bölgesinde
Aramice karakterlere benzer yazılı belgeler buldu. Dili bilinmeyen eski elyazmalarının ve ahşap materyal üzerine yazılmış Çin belgelerini Stein’e teslim etti. (...)  Stein posta çantasından çıkan belgelerin ilk olarak Aramice olduğunu düşündü ancak 1909’da ilk görüşünün tashihine yönelik çalışmalara başladı. Belgelerdeki yazıların muhtemelen İran diyalektlerinden biri olduğunu, bu belgelerin ipek ticareti için İran’dan yahut Batı Türkistan’dan Çin’e giden tüccarların bıraktığının düşünüldüğünü ifade etti.  Oxford Bodlein Kütüphanesi Sami dilleri ve tarihi uzmanı Dr. Cowley de kendisine Stein tarafından gönderilen dokumanlar üzerindeki çalışması sonucunda aynı kanaate vardı ve Arthur Ernest Cowley (1861-1931) 1911’de Dunhuang’da keşfedilen belgeler hakkındaki çalışmasında Soğd alfabesinin ilk çevirisini de yayınladı...

Cowley’in çalışması, Almanya’dan Carl Friedrich Andreas’ın (1846-1930) dikkatini çekti. Andreas 27 Mart 1911’de Stein’e yazdığı mektupta belgeler üzerindeki yazının Berlin Müzesi’ndeki sikke koleksiyonunda yer alan Buhara hakimine ait olan  Soğdcaya dair yazı örnekleri Alman arkeoloji heyetinin kazılarından itibaren bulunmaya başladı; (...) 

Stein’in Soğd koleksiyonu üzerine çalışmalar savaş nedeniyle akamete uğradı. Ancak 1926’da Hamburg Üniversitesi Mukayeseli Filoloji Profesörü Hans Reichelt, Soğd yazmaları üzerine incelemeleri yeniden başlattı. Mektupların üzerindeki yazı sistematik ve tam anlamıyla 1932’de Hans Reichelt tarafından çözüldü ve Soğdca olduğu kesinleşti... 

(...)  Ancient Letters/Eski Mektuplar olarak adlandırılan bu belgelerin, Çin’den batıya gönderilen ve güvenlik gerekçesiyle Çinli askerî yetkililer tarafından el konulan  postaların bir parçası olduğu düşünülmektedir.  (...) 

Soğd medeniyeti, Soğdlar ve daha spesifik anlamda Soğdca üzerine sistematik incelemelerin ortaya çıkmasında Stein’in katkılarının ötesinde Turfan bölgesinde, Soğdların oldukça güçlü varlık gösterdiği koloni bölgesinde yürütülen arkeolojik çalışmalar büyük öneme sahiptir. XIX. yüzyıl sonlarında, Stein’in keşif gezilerinin hemen öncesinde Turfan arkeolojik kazıları başladı. Turfan, Doğu Türkistan’ı olarak da adlandırılmaktadır ve İpek Yolu’nun kuzey istikametindeki en geniş vaha ve yerleşim alanıdır. Turfan, ticaret yollarının kesişim noktalarından biri olarak çok sayıda sanat
ürününün, pek çok dilde elyazması ve yazıtın hem üretildiği hem de toplandığı merkezlerden biriydi. Bu niteliği ile Asya coğrafyasındaki en zengin arkeolojik kazı alanları arasındadır. Turfan’daki Antik dönem kültür ve medeniyet ürünlerini açığa çıkarmayı hedefleyen ilmî nitelikli seferler başlıca Rus, Alman ve Japon arkeoloji heyetleri tarafından XIX. yüzyılın sonlarından itibaren yürütülmeye başlandı. Turfan’ın zengin arkeoloji potansiyelini vurgulayan ve Batılı heyetlerin dikkatini buraya çeken öncü kâşif Sven A. Hedin’dir (1865-1952). 1894-1897 arasında yürüttüğü keşif gezisi esnasında İpek Yolu boyunca yerleşim alanlarından yazma parçaları ve sanat objeleri elde ederek keşiflerini ilim alemine duyurdu35. Hedin’in keşifleri ve raporları genel anlamda Türkistan coğrafyasının Avrupalı uzmanların bilimsel keşiflerine açtı. Batılılardan önce Rus uzmanların Turfan’a botanik, coğrafya ve arkeoloji temalı keşif gezileri 1870’lerde başladı. Rus botanikçi Albert Regel 1879’da Turfan’a esas ilgi alanı zengin Turfan florası olan bir keşif gezisi düzenledi. Ancak bölgedeki Antik kültürün güçlü izlerine, Budist heykel kalıntılarından yola çıkarak yerel kültürün İslam öncesi kökenlerine de vurgu yaptı ve bölgenin Antik kültürünü “Karagusça/Qoça/Kuça” ismiyle tanımladı (...)

Rus keşif seyahatlerinde Soğdlara dair ilk yazma parçaları Kozlov ve Roborovskiy’in 1893-1895
arasında Kuça ve Toyuk çevresinde sürdürdükleri çalışmalarda ortaya çıktı. Uygur, Çin ve Hintçe yazma parçaları yanında Soğd yazması da elde edildi37. XX. yüzyılda Türkistan ve Turfan’da arkeolojik kazı, yazma elde etme ve sanat eserleri keşfi uluslararası politik rekabetin ve diplomatik çekişmenin yansıma alanına dönüştü. Bu çerçevede 1900’de Asya keşif gezilerinin ve kazı çalışmalarının daha iyi ekipmanlarla, geniş ölçekte ve daha sistematik yürütülmesi için St. Petersburg İmparatorluk Akademisine bağlı Rus Coğrafya Topluluğu teşkil edildi ve çalışmaların organizasyonundan bu ilim heyeti sorumlu tutuldu...  Heyet, kuruluş amacına uygun olarak geniş çapta çalışmaları sürdürmek amacıyla maddi kaynak bulmak için Çarlık Maliye Bakanlığı’na başvurdu fakat beklenen çapta destek alamadı. Geniş ve yoğun arkeolojik çalışma yürütme imkânından mahrum kalan Rus oryantalistler söz konusu rekabette kaçınılmaz olarak Batılı rakiplerinin gerisinde kaldı. Maddi kaynak eksikliğine karşın Rus oryantalistler bölgedeki insanlardan yazma ve arkeolojik buluntuları satın alarak çalışmalarını sürdürdü. Ancak bahsedilen diplomatik rekabetin bir göstergesi olarak 1905’ten itibaren Kaşgar ve Urumçi’deki Rus konsolosları ve diplomatları bölgedeki çalışmaları teşvik ederek bilhassa İngilizlere karşı bu alandaki keşif yarışını destekledi. Kaşgar Konsolosu Nikolay Fedoroviç Petrovskiy (1837-1908), Urumçi Konsolosu Nikolay Nikolayeviç Krotkov (1869-1919) politik nüfuzlarını kullanarak 1905-1907 arasında Turfan’a keşif seferi düzenleyen Berezovskiy kardeşleri desteklediler ve Orta Persçe dönemine ait yazmaların40 yanı sıra Soğd yazmaları elde etmelerini sağladılar... 

1909’dan itibaren ise Uluslararası Orta Asya ve Uzak Doğu Arkeoloji ve Linguistik Keşif Birliği’nin Rusya komitesi finansal destek elde ederek geniş ölçekli Turfan arkeolojik seferlerini ve çalışmalarını sürdürdü. 1909’dan itibaren Rus keşif gezileri ve arkeoloji çalışmaları en verimli dönemine girdi. Sergey Fedoroviç Ol’denburg’un (1863-1934) 1909-1910 ve 1914-1915 arasında icra ettiği keşif seferleri finansal ve kurumsal destek altında sistematik sürdürülen Rus keşif seferleri arasında en önemli ve başarılı olanlar arasındadır. Ol’denburg, Turfan, Kuça ve Kaşgar’daki arkeolojik sitelerde yürüttüğü ilk dönem kazılarında Soğdlara ait çok sayıda yazma parçası ve sanat objesi elde etti...

Ol’denburg’un 1914-1915’te yürüttüğü ikinci keşif gezisi ise Soğd medeniyet, din ve diline dair oldukça geniş çaplı buluntuları ortaya çıkardı. Dunhuang’ta Bin Buda Mağarası’nda (Mağara 17) iyi korunmuş halde, çoğunluğu Çince ve Orta Persçe dilinde bir kısmı Soğdca on bine yakın yazma bulundu... .

Rus keşif gezileri Soğd çalışmaları bağlamında öncü niteliğinde ve Batı ilim dünyasının dikkatini çekme bağlamında oldukça faydalı oldu. Spesifik olarak Soğd ve Soğdcaya yönelik keşifler bağlamında Almanlar tarafından düzenlenen keşif gezileri Soğd medeniyetinin ana unsurlarını ve genel hatlarını ortaya çıkardı. Bir kısmı Wilhelm Radloff, Carl Salemann örneğinde olduğu gibi Rus ilim adamlarıyla ortaklaşa gerçekleştirilen keşifler Soğdların ürettiği yazmaların ortaya çıkarılmasını sağladı. Albert Grünwedel’in 1902’de Berlin Müzesi adına Kuça ve Bezeklik, Toyuk gibi çevresindeki sitelerde yürüttüğü arkeolojik çalışmaları sonunda Budist heykeller, heykel parçaları, duvar yazıtları, fresk ve sikke gibi çeşitli objeler ortaya çıkarıldı45. Grünwedel, kazıların yanı sıra yerel halktan topladığı yazmalarla da dikkat çekti. Onun keşfine kadar bilinmeyen Orta Persçe yazılmış olan Maniheizm yazmaları, Soğdca ve Uygurca Budizm. Maniheizm ile ilgili bu ilk yazma parçaları üzerindeki yazı, F.W.K. Müller tarafından kısa sürede tanımlandı ve “Estrangelo” usulde Süryanice ile benzerlikler taşıdığı ortaya kondu. Orta Persçe ve Soğdca yazılan Maniheist metni yayınlayan Müller, metnin Soğdca kısmını Orta Persçe diyalekti olarak ifade etti. 

İlk Alman keşif gezisinin büyük yankı uyandırmasının ardından Prusya Kralı II. Wilhelm’in şahsi desteğiyle ikinci Turfan keşif gezisinin hazırlıkları başladı. Grünwedel sağlık meseleleri nedeniyle heyete başkanlık edemediği için yerine Albert von Le Coq tayin edildi ve 1904’te heyet Turfan’a ulaştı. Kuça, Sengim, Toyuk ve Yarğol bölgesinden çok sayıda yazma elde etti. Le Coq’un keşif seferindeki en dikkat çekici buluntu ise Bulayık yakınlarındaki Hristiyan yerleşim birimi Shui Pang’ta elde ettiği Hristiyan Soğdlara ait Süryanice, Orta-Yeni Persçe yazmalardır49. Le Coq’un büyük yankı uyandıran keşif seferi sonrası üçüncü Alman keşif seferi 1905-1907 arasında yine
Grünwedel öncülüğünde düzenlenerek Turfan Soğd Yazma Koleksiyonu tamamlandı.

Alman arkeoloji heyetleri, Turfan coğrafyasında kazı ve çalışma yürüten ne ilk grup ne de yegâne profesyonel arkeolog ekibiydi. Alman arkeoloji heyetlerini rakipleri karşısında öne geçiren ve Soğd medeniyetini tanımlamayı sağlayan yazma koleksiyonunu Berlin’e taşımalarını sağlayan temel sebep iyi bir şekilde sübvanse edilen, uzun süreli ve sistematik çalışmalarıdır. Ayrıca bu sayede yerel ahali ile yakın münasebetler tesis etmeleri de göz ardı edilmemelidir... 

Sonuç:   Kolonyalizm ve arkeoloji, XIX. yüzyılın başından itibaren iki yakın müttefik haline geldi. Kolonyal Çağ’da arkeoloji ve arkeolojik bilgi üretimi Avrupa kimliğinin inşasının ve üstün Avrupalı imajının tahkim edilmesinin kritik araçlarından biridir. Sir Aurel Stein’in XX. yüzyılda Çin tarafından yağmacı olarak etiketlenmesi bu açıdan öteki ve ikinci sınıf görülen Avrupa dışı toplumların ortak tepkisi olarak düşünülebilir. Stein ve onunla beraber Turfan coğrafyasında keşif ve arkeolojik faaliyetini yürüten heyetlerinin salt bilimsel ve hümanist diskurdan yola çıktığını düşünmek XIX. yüzyılın politik arka planı dikkate alındığında oldukça hatalı olur. Emperyal Çağ’da Asya spesifik olarak Doğu Türkistan’da yoğunlaşan arkeolojik faaliyetlerde bilhassa yazma türünden Budizm, Maniheizm, Zerdüştçülük ve Hristiyanlığa dair eserler toplanarak Batı kütüphanelerine ve müzelerine taşındı. Soğd dünyasının ve Soğdcanın keşfi söz konusu yazmaların ortaya çıkartılması ile mümkün oldu. Turfan kolonisinde üretilen Soğd yazmaları ve Sir Aurel Stein’in keşfettiği Soğd Eski Mektupları üzerinde yürütülen çalışmalarla, M.S. II ve IX. yüzyıllar arasında Asya ticaretine tamamen hâkim olan ve Asya siyasi, ekonomik,  kültürel ve dinî hayatını şekillendiren Soğdlar gün yüzüne çıkarıldı. Bilimsel arkeolojinin emperyal bağlamı, Soğd örneğinde görüldüğü üzere tek bir veçhesiyle kolonyalist hedefleriyle değerlendirilmemelidir.

Soğdların ve Soğdca, XIX. yüzyılın sonlarında Rus arkeoloji heyetlerinin başlattığı ve başta Sir Aurel Stein ve Alman-Turfan Arkeoloji Seferi’nin sorumlusu Grünwedel’in sürdürdüğü arkeolojik keşiflerin sonunda pek çok bilim insanının ortak çalışması sonucunda keşfedildi. Soğdların keşfinde emperyal rekabetin izleri bilhassa Rus ve İngiliz diplomatların Kaşgar üzerindeki hakimiyet mücadelesinde ortaya çıkmaktadır. Ancak Soğd medeniyeti genel anlamda Türkistan ve Doğu Türkistan bir başka ifade ile Turfan bölgesindeki medeniyet unsurları Batı ilim dünyasının dikkatini sahip olduğu dil, din çeşitliliği ve zengin tarihsel mirasla çekti. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tam anlamıyla müesseseleşen Avrupa müzeleri, üniversiteleri, klasik arkeolojinin de yükselişiyle birlikte öncelikle Orta Doğu, akabinde ise Türkistan ve Çin coğrafyasına
doğru ilgisini yöneltti. Turfan ve Soğdya’da bulunan çok sayıda mural yahut duvar resminden Budizm’e, Hristiyanlığa, Maniheizm’e ve Zerdüştçülüğe dair yazma eserlere, genel konuları işleyen edebî kitaplara kadar Soğdların, Türklerin ve çevredeki diğer medeniyet mensuplarının ürettiği değerler Avrupa kütüphane ve müzelerine taşındı.

arkeolojikhaber.com


Benzer Haberler & Reklamlar