Seda Özen Bilgili: Restorasyonda ihale sistemi değiştirilmeli

Seda Özen Bilgili: Restorasyonda ihale sistemi değiştirilmeli

Yüksek mimar ve restoratör Seda Özen Bilgili, restorasyon sürecinde en önemli konunun yapıya uygun zaman aralığının ve nitelikli iş gücünün ayrılmasından geçtiğini söylüyor.

Yüksek mimar ve restoratör Seda Özen Bilgili, restorasyonda en önemli şeyin yapıya uygun yenileme süresinin tanınması olduğunu söylüyor. Özen, “Restorasyon pahalı bir iş ve en düşük fiyatını veren firmaya proje ve uygulama ihalesi verildiğinde elbette zorluk yaşanıyor. Tamir sınırında kalır ve bilmediğiniz detaylardan kaçınır, yapıyı olabildiğince özgün haliyle koruyup gelecek nesillere aktarılmasını sağlarsanız o başarılı iştir.” diyor.

Sahip olduğumuz mirasa bakıldığında bugün mimari açıdan hâlâ yeterli olgunluğa erişmediğimiz ortada. Hâl böyle olunca ortaya hem kendinden emin yapılar çıkmıyor hem de varolanları da muhafaza edemiyoruz. Bu düzensizlik şehir kimlikleri kadar ülke mimarisine de zarar veriyor. Var olan teknolojiyi nasıl kullanacağımızı bilmediğimizden, geçmişimizden nasıl beslenmemiz gerektiğini de hesap edemiyoruz. Mimari konusunda en çok sorun yaşadığımız alan ise restorasyon. Dönem dönem kamuoyunda da yankı bulan yanlış restorasyon örnekleri önemli yapılarımızı tahrip ediyor, kültürel ve tarihi değerini zedeliyor. Peki restorasyon sürecinde temel ölçütler neler olmalı?

Yüksek mimar ve restoratör Seda Özen Bilgili restorasyon sürecinde en önemli konunun yapıya uygun zaman aralığının ve nitelikli iş gücünün ayrılmasından geçtiğini söylüyor.

Restorasyon konusunda sizce ne durumdayız? Bu işi becerebiliyor muyuz? Nerede sıkıntı yaşıyoruz?

İşverenine göre, şehrine göre, ihalenin düzenlenme şekline göre bu sorunun cevabı değişiyor. Kimi zaman bir eser için Vakıflar Genel Müdürlüğü, kimi zaman Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, kimi zaman belediyeler, köprüler için de karayolları işveren oluyor. Birçok restorasyon uygulaması uluslararası düzeyde nitelikli yapılıyor. Ancak geçmişi okudukça da görüyoruz ki, Cumhuriyet öncesi savaş dönemlerinde de anıt eserler epeyce ihmal edilmiş, yıpranmış. Tabi eserleri inşa etmekten daha zor ve daha maliyetli bir husus var ki, onları restore etmek. Çok fazla unutulmuş yapının birden restorasyon ihalesine çıkıldığında bunu karşılayacak insan gücü yetişemeyebiliyor. Yetişmiş saha personelimiz, taşçılarımız, malzeme laboratuvarlarımız, kurumlarımız var. Ancak tüm ülke sathında geçerli değil bu güç. Restorasyon pahalı bir iş ve en düşük fiyatını veren firmaya proje ve uygulama ihalesi verildiğinde elbette zorluk yaşanıyor. Proje müellifinin yapıyı iyi irdeleme imkânının olmaması veya müteahhittin hızlıca yapıdan çıkmak istemesi gibi sorunlarımız var. Anadolu’yu nitelikli iş gücü açısından zayıflatmışız ne yazık ki.

Doğru bir restorasyonda ilk ölçüt ne olmalıdır?

İş verme açısından zaman kısıtlaması olmamalı. Bazı yöneticiler kendi dönemlerinde bir uygulama tamamlansın istiyorlar. Oysa o eserin 500-600 yaşında olduğunu düşünürseniz, 50 senede bir görmesi gereken bakımın süresi ve niteliği konusunda hassas davranmak gerektiği kolayca anlaşılır. Restorasyon teknikleri açısından birden fazla doğru var. Bu sırada Venedik Tüzüğü’nden alıntılamak istediğim birkaç cümle var: Restorasyonun amacı, anıtın estetik ve tarihi değerini korumak ve ortaya çıkarmaktır. Onarım kendine temel olarak aldığı özgün malzeme ile güvenilir belgelere saygıyla bağlıdır. Faraziyenin başladığı yerde onarım durmalıdır. Tamir sınırında kalır ve bilmediğiniz detaylardan kaçınır, yapıyı olabildiğince özgün haliyle koruyup gelecek nesillere aktarılmasını sağlarsanız o başarılı iştir.

Kötü restorasyon örnekleri kamuoyunda yankı bulurken benzeri örneklerin devam etmesini neye bağlıyorsunuz? Bu sorun nasıl çözülür, denetim mekanizması nasıl işlemelidir?

İhale sistemi değiştirilmeli. Kontrol mimarları deneyimli olmalı. Her koşulda eski eser olsun, yeni yapılarda olsun kontrol memurları bilgili ve kendine güvenli olmalı. Bu işin belkemiği kontrol ediciler. Onlar işlerinde ne kadar iyi ise, onlar ne kadar zor beğeniyorsa bu işlerin sonuçları o kadar iyi oluyor.

Mimari açıdan geçmişimizden, Osmanlı’dan miras alamadığımız uygulamalar var mı?

İklime göre, doğaya göre mimari tasarım uygulamayı alamadık. Türk evinin en temel özelliklerinden biri yaşama, doğaya, çevre koşullarına uygunluktur. Geçmişte evin içinde bile yazlık-kışlık bölümler oluşturabilirlerdi. Açık (avlu, bahçe), yarı açık (hayat, eyvan), sofa gibi mekânlar vardı. Şimdi tümünün yerine tek bir biçim getiriyoruz, dört köşe bir oda. Çiçekler bile yerini beğenmiyor; biz ruhumuzu okşamayan mekânlara kendimizi gönüllü hapsediyoruz. Geçmişteki sofa, hayat gibi mimari öğeleri alıp, mimari felsefeyi alıp günümüz koşullarında uygulamaya dökemedik... Kent mimarlığı sistemi vardı, kentlerde mimarlar etkiliydi onu alamadık. Doğal yapı inşa ediyorlardı, yerel malzeme kullanıyorlardı bu gibi çok önemli farklar var. Yeşil (ağaç) ve su öğesini çok doğru kullanıyorlardı... Mimari felsefe üzerine okumamız ve olabildiği kadarıyla sağlığımızın, şehirlerimizin, kesemizin yararına günümüze taşımak mümkün olabilirdi. Hamasi bir Osmanlıcılık değil bahsettiğim, geçmişteki doğru uygulamaları incelemek sadece fayda getirir. Mimar Sinan’ın öyle bir gücü var ki Hassa Mimarbaşı olarak kendisine 1572 yılında Divan’da; bina ilminden haberi olmadan, naehil kişilere yapı inşa ettirmeme yetkisi veriliyor. 16. yüzyılda güvenli yapı inşası ile ilgili denetim yetkisi baş mimarda yani.

Mimari okuryazarlığın neden önemlidir ve neye yarar?

Mimarlık bir dildir. Yabancı bir dil öğrenir gibi çocukluktan itibaren bu dile aşina olmak gerekir. Ben bir yapının Mansard çatısını gördüğümde veya tepe pencereli bir Türk evi gördüğümde yaşını kestirebilirim. Bir caminin taş tuğla almaşık örgü düzenine göre dönemini tahmin edebilirim. Bunlara merakım olursa hayatımı güzelleştirmek için beni yönetenlerden talepte bulunurum, kendi yapabileceğim değişiklikleri hayata geçiririm. Mimari okuryazarlık hepimiz için gerekli. Her şehirde en az bir tane doğal yapı enstitüsü açılsın istiyorum. İnsanların kırsalda doğal ve geliştirilmiş doğal yapılarda yaşamasını istiyorum. İnsanların kendi evlerinin mimarı olmasını istiyorum. Mimarlığın işvereni olsunlar, mimarlık dilini öğrensinler istiyorum. Kırsal peyzajın, köylerin olduğu gibi korunmasını istiyorum.

İstanbul Boğazı’ndan ne gördüğümüz de önemli

İstanbul’un şehir kimliğini nasıl betimlersiniz? İstanbul için neler yapılmalıdır?

Büyülü topoğrafyası olan bir şehir. Mavi bir suyun etrafında yerleşmiş şehir. O tertemiz mavi renk, Boğaziçi’nin hayat dolu güzelliği, Sarayburnu’nun eşsiz silueti bu şehrin kimliği. İstanbul için pratik ve en basit ilk çözüm olarak çatıları güzelleştirmek gerekiyor. Siluetin bir adım ötesi, panoramayı toparlamak için üç boyutlu olarak özellikle tarihi eserlere bakış noktalarında toparlamalar yapmak lazım. Külliye etraflarını, Fatih, Süleymaniye, Üsküdar’daki tüm selatin camilerin çevresini ele almak gerek. Herkes Boğaziçi’ni görmek istiyor ama Boğaziçi’nden baktığımızda İstanbul’da ne görüyoruz bu da çok önemli.

Kıyıda köşede kalmış şehirlerimiz sizce hangileri? Hangileri daha fazla göz önünde olmayı hak ediyor, neden?

Erzurum’da tüteklikli evler var, Bayburt ve Sivas’ta da örneklerini görüyoruz. Malatya’da Onar Köyü’nde de Büyük Ocak cemevinde, Erzurum Ulu Cami’de de karlanguç çatı düzeni, tüteklikli sistemi görüyoruz. Bu tüteklikli yapılar, Amerika yerli halklarından Navajo’ların -Kızılderili olarak andığımız- “Hogan” adlı yapıları ile neredeyse eş. Veya Colorado’daki Mesa Verde Milli Parkı’ndaki “kiva” ile çok benzer. Afganistan’da Kazakistan’da Pekin’de bir şekilde bu sistemin örnekleri var. Demek ki antik dönemden bugüne gelen bir mimari kültür var, bizi dünyanın çeşitli köşelerine bağlayan mimari detaylar var. Biz bu detayları korumazsak ne oluyor? Dünya ile antik yaşam ile binlerce yıldır kurulmuş bağlarımız eksiliyor.

Kastamonu ve Daday, Cide gibi ilçeleri, Mahmut Bey Cami elbette bölge turizm açısından tüketilmeden keşfedilmeli. Manisa’da Kula, Aydın’da tarihi köyler, İzmir Ödemiş Birgi görülmesi gereken yerleşimler. Edirne Kaleiçi, Antalya Kaleiçi mutlaka görülmeli. Bergama; antik alanlarından tutun, Cumhuriyet dönemindeki mimari mirası dâhil keşfedilmesi ve hafifçe toparlanması gereken bir yerleşim. Antalya’da eski İpek yolu güzergâhı üstünde Toroslardaki yerleşimler olan Ormana, Sarıhacılar köyleri ve piştuvanlı evleri keşfedilmeli. Bursa’da Karsak köyü ve Osmaneli Bilecik, İznik’in Hisardere köyü, Kayseri’nin Talas’ı, Afyonkarahisar gezilmeli.

“Büyüyen şehir, büyüyen yalnızlık” diye bir tanımınız var. Bunu açar mısınız?

İnsan, insan ölçeği ile mutlu olur. Kendisinin merkeze alındığı bir planlamada kendini mutlu hisseder. Şehir büyüdü. Mahalleler kimi zaman Menderes, Dalan yıkımlarıyla parçalandı. Kimi zaman kentsel dönüşümlerle dağıldı. Başka ülkelerde görülmemiş yapı elde etme yöntemiyle; siteler ile suni mahalleler yaratıldı. Şehir planlı büyümedi ve göçlerle artan nüfusu yapılaşma şartlarını zorlandı. Amerika’daki yapıların yüzde 88’i müstakil, yüzde 85’i ahşap. Biz ise Manhattan’da gördüğümüz yapılaşmayı ABD’nin temsili resmi kabul ederek her yere yüksek yapı kondurmayı modernleşme sandık. Kişisel çıkarlar da şehrin çıkarının üstünde tutuldu. Yüzyıl önce Aksaray’da bir mahalleye biri taşınacağı zaman mahalleden iki kişinin o kişiye kefaleti gerekiyordu. Şimdi apartmanınızda kimin yaşadığını bilmiyorsunuz. Bunu biraz da biz istedik, küçük bir çevrede oturmanın getirdiği kontrolü istemediğimize karar verdik. Bunu antibiyotik kullanımına benzetirsek, iyileşmek için bazen antibiyotik şarttır ancak yanlış kullandığınızda çoğunlukla iyi bakterileri siler, bilinçsiz kullanımı ise öldürücü olabilir. Yaşadığımız doğal çevreye yapılan yanlış müdahaleler de çoğunlukla yarardan çok zarar getirir. İyi olan birçok şeyin kaybına sebep olur.

Mimari teknolojiden mi yoksa kültürden mi beslenmelidir?

Önce özden ve kültürden beslenmeli. Önce kafa ve kalp yani duygular ve zekâ ile tasarımı yönlendirirsiniz. Duyguların atlanması insanın atlanmasıdır. Teknoloji bir destektir karşı değilim, betonarmeyi tümüyle reddetmediğim gibi teknoloji ahşap malzeme için de yenilikler getiriyor, istediğiniz formu verebiliyor istediğiniz açıklığı geçebiliyorsunuz. Restorasyon için de doğal ancak ileri teknolojinin eseri ürünler geliştiriliyor, reddetmek mümkün değil.

Seda Özen Bilgili kimdir?

Bilgili, Mimar Sinan Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi ve daha sonra aynı okulda restorasyon alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. Atlas Dergisi’nin 2000 yılı İstanbul Özel Sayısı’nın araştırma editörlüğü yapan Bilgili, 2001 yılında Topkapı Sarayı’ndaki bir arkeolojik kazının mimari çizimlerini üstlendi. 2001-2003 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Tarihi Yarımada’nın Koruma Amaçlı İmar Planı’nda çalıştı. Kız kardeşi yüksek mimar ve restoratör Sema Özen Toth ile Eminönü Yeni Cami’nin minarelerini, Sultanahmet Camii’nin çeşitli bölümlerini, Ayasofya Türbelerini çizdi. 2006 yılında kız kardeşi Sema Özen Toth ve inşaat mühendisi babası Kemal Özel ile Özen Mimarlık Mühendislik Ltd. Şirketi’ni kurdu. Şirket bünyesinde eski eser restorasyon projeleri ve kargir yapı restorasyon uygulamaları, ahşap atölyeleri ile ahşap yapı restorasyon uygulamalarını sürdürüyor.

Ali Demirtaş - star.com.tr


Benzer Haberler & Reklamlar