Anasayfa / Kütüphane

Şırnak Genel Bilgiler

Şırnak Genel Bilgiler

 

Yüzölçümü:  7172  km²

Nüfus: 457.997

İl Trafik No: 73

Rakımı:1400 M.

Şırnak, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Suriye ve Irak sınırlarındadır. Cudi Dağı antik kent ve Mağrası görülmeye değer yerlerdendir.

Sınırlarının 4/1 Doğu Anadolu Bölgesi, 4/3'ü Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunmaktadır. İlimiz kuzeyde Siirt, batıda Mardin, Kuzeydoğuda Van, doğuda Hakkariilleri ve güneyde Irak ve Suriye Devletleri ile komşudur. İlçeleri; Beytüşşebap, Cizre, İdil, Güçlükonak, Silopi ve Uludere'dir. İlimize bağlı 6 ilçe, 137 köy ve 64 mezra olmak üzere toplam 221 yerleşim birimi mevcuttur. İlçelerimizin ilimize uzaklıkları şöyledir:

Cizre : 46 Km.
Silopi : 75 Km.
İdil : 75 Km.
Uludere : 50 Km.
Beytüşşebap :111 Km.
Güçlükonak : 83 Km.dir.

Çok eski bir geçmişe sahip olan Şırnak ilinin tarihi EvliyaÇelebinin 17.yy'da yazdığı "Seyahatname" isimli kitabına göre Nuh tufanı öncesine kadar dayanır. Bu rivayete göre Nuh'un gemisinin ilimiz sınırları içerisinde bulunan yüksekliği 2089 metreye kadar uzanan Cudi dağının tepesinde bulunduğu rivayet edilir. İlimiz genelinde Km kareye 45 kişi düşmektedir. İlimiz nüfusunun büyük kısmını Kürt nüfusu oluşturmaktadır. Az sayıda İdil ilçesinde Süryani nüfus bulunmaktadır. İlimizde, iklim koşulları ve dağlık arazi nedeniyle, yerleşim birimleri oldukça dağınık ve son derece elverişsiz bir durumdadır. 1990' lı yıllarda yaşanan terör olayları nedeniyle yöre halkı küçük yerleşim birimlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Şuan geri dönüş tamamlanmak üzeredir. İlimizin geçim kaynakları madencilik, sınır ticareti, küçük esnaflık ve kısmen de olsa hayvancılıktır.
Şırnak Merkezindeki Abdurrahman Ağa Kasrı basta olmak üzere Cizre'deki Ulu Camii, Kırmızı Medrese, Abdaliye Camii ve Medresesi, Cizre Kalesi, Hamidiye Kışlası ile Belediye Binası, Deşt ve Cezire'ü İbni Ömer Köprüsü başlıca tarihi miraslarımızdan olup çogu tescilli anıtlar olan yapılar ilimizin kültür turizmine büyük katkı sağlamaktadır.

Coğrafi Konum:
Şırnak ili topraklarının batı kesimi, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Dicle bölümünde yer alır. Öteki yarısı da Doğu Anadolu Bölgesi sınırları içerisinde kalan ilin toplam alanı 7. 152 Km² dir. İl Batıda Mardin, Kuzeyde Siirt, Kuzeydoğuda Hakkâri illeri, Güneyde de Irak ve Suriye ile çevrelidir.

İklim:
Şırnak ilinde iklim yörelere göre farklılık göstermektedir. İlin yüksek kesimlerinde, Doğu Anadolu’nun sert kara iklimi, diğer kesimlerde ise karasal iklim hâkimdir.

Ulaşım:
Türkiye’nin her yerinde karayolu ile ulaşım mümkündür.

Dünden Bugüne Şırnak

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en doğu ucunda yer alan Şırnak, 18 Mayıs 1990 tarihinde, Siirt’in Şırnak ve Güçlükonak; Mardin’in İdil, Cizre ve Silopi; Hakkari’nin Uludere ve Beytüşşebap yerleşimlerini alarak İl olmuştur. 19800 yıllık bir geçmişi olan Tufan olayı Şırnak ili sınırlarında bulunan Cudi Dağında noktalandığından bütün dünya insanlarının ikinci beşiği Şırnak ve Cizre olmaktadır. Hz. Nuh Peygamberin türbesinin Cizre’de oluşu, Cizre Surlarının gemi şeklinde olması, Ayrıca yüce kitabımız Kur’an-ı kerimin Hud süresinin 44. ayeti açıkça Tufan-Nuh gemisinin Cudi Dağında durduğunu yazmaktadır. Hz. Nuh (AS) tarafından Tufan öncesi kurulduğu söylenen Cizre. ikinci kez Nuh ve oğulları tarafından inşa edilirken Şırnak yazlık ve yayla olarak inşa edilmiştir. Şırnak kelimesi bazı tarihlere göre “ŞEHRİ NUH”tan türetildiği söylenmektedir.

• Tarihçe


Coğrafya
 

1-KONUM : Şırnak ili topraklarının batı kesimi,Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Dicle bölümünde yer alır.Öteki yarısı da Doğu Anadolu Bölgesi sınırları içinde kalan ilin,toplam alanı 7.172 Km2 dir.İl batıda Mardin,kuzeyde Siirt,kuzey doğuda Hakkari illeri,güneyde de Irak ve Suriye ile çevrilidir.Şırnak Merkez İlçe dışında 6 ilçe,5 bucak,243 köyü bulunmaktadır.Eskiden Siirt iline bağlı ilçe iken,16 mayıs 1990 tarihli 3647 sayılı yasa uyarınca Türkiye nin 73.ili olmuştur.Güney yönünde Suriye ve Irak topraklarıyla sınırlanan ilin doğu ve kuzey doğusunu dağlar (Cudi,Namaz,Gabar).batı ve güney batısını düzlükler kaplar.Namaz dağının yamaçlarına kurulan ilin denizden yüksekliği 1350 metredir.


2-YÜZEY ŞEKİLLERİ : Batı ve güney kesimindeki bazı düzlükler dışında,ilin büyük bölümü akarsular tarafından derince yarılarak plato alanlarına dönüştürülmüştür.Dağlık kesimlerde güneydoğu toroslar sistemine bağlı yüksek kütleler vardır.Yer yer 3000 metreyi aşan bu dağlar üzerin-deki doruklar.Kuzeydoğudaki Karacadağ (3275 m) ve doğudaki Altın Dağı dır.(3358 m)Çok yüksek olmamakla birlikte ilin dağları arasında Cudi dağının özel bir yeri vardır.İslam inancına göre Tufan dan sonra Nuh un Gemisinin indiği Cudi dağı Şırnak kentinin güneyindedir.İlin en yüksek noktası,Altın Dağının 3358 m ye ulaşan doruğudur.Yazın gür çayırlarla kaplanan faraşin yaylası gibi yüksek düzlükler hayvancılık,Silopi,Cizre ve İdil yörelerindeki alçak düzlükler ise bitkisel üretim açısından önem taşır.Şırnak ile Silopi arasında efsaneye konu olan kutsal sayılan dağ,Doğu Anadolu ve Güneydoğu Bölgelerinin komşu olduğu bir kesimde yer alan dağın yüksekliği 2114 m dir.Mezozoik (İkinci) zamana (Y.225-65 Milyon yıl önce) ait tortul kütlelerin üstünde yükselen Cudi dağı,daha genç kalkerlerden oluşmuştur.Cudi dağının doğu kesiminden geçen doğubatı doğrultulu kırık (Fay) çizgisi bu kesime oldukça sarp ve engebeli bir görünüm verir.Dağ Güneye doğru alçalır.

Batısı,Dicle ırmağının küçük bir kolu olan kızılsu tarafından derince yarılmıştır.Şırnak ile Cizre arasındaki ulaşım açısından önemli bir boğaz vadisi dağın batı sınırıdır.Kasrik boğazı,Dicle ye dökülen suların yardığı Antesedan yarma vadidir.Yarı kurak bir iklim bölgesi içinde bulunmasına karşın,yükselti nedeniyle 600 mm nin biraz üzerinde yağış alır.Bu nedenle özellikle 1500-2000 metre dolaylarında seyrek meşe ve ardıç toplulukları dikkati çeker.Ormanlık alanlar daha çok kuzey yamacındadır.Cudi dağı efsanelere konu olmuş,yöre halkınca kutsal sayılan bir dağdır.Nuh Peygamberin gemisinin tufandan sonra bu dağın doruğunda karaya oturduğu söylenir

Yeryüzü şekilleri bakımından dağlık alanların çok yer kapladığı ilde,Hakkari dağlarının batısında yer alan faraşin ve Nordüz platosunun (Bir kısmı) ayrıca diğer Cizre-Silopi ve İdil düzlükleri de bir plato alanlarıdır.Faraşin platosu yer yer sulak otlakların varlığı nedeniyle hayvancılık için önemlidir.Kışların uzun ve sert geçmesi faraşin platosunda yerleşmeyi engeller.

Yazları sıcak ve kurak geçen Cizre,Silopi ve İdil platolarında genelde tahıl,pamuk,mercimek gibi tarımsal ürün yetiştirilir.GAP projesi kapsamına alınan bu platolarda verim ve çeşit artacaktır.

Sulamanın yanında ikinci sorun bu platoluk alanların özellikle Cizre ve Nusaybin arası düzlüklerin taşlık olmasıdır.Güneyinde sıcak kütlelerin etkisinde kalan Cizre ve Silopi düzlüklerinde sulama tarım için en önemli problemlerden biridir.

3-İKLİM : Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde toprakları bulunan ilde hayat şartlarını güçleştiren en önemli faktör iklimdir.Çok genel çizgileriyle ele alınırsa,Doğu Anadolu ikliminin birbirine karşıt iki hava kütlesi etkisinin belirdiği görülür.Bunlardan birisi,bölgeyi özellikle kış aylarında etkisi altında bulunduran,buna karşılık yaz aylarında kuzeye çekilen soğuk kuru hava kütlesidir.Sibirya-İskandinavya üzerinde bu karasal hava kütlesi Kasım-Mayıs döneminde etki alanını genişletir.Kuzeydoğu,güneybatı yönlü bir eksen boyunca Türkiye nin Doğu bölgelerini kış şartlarına hazırlar,Şırnak ilinin iklimini belirlerken ilin bulunduğu bölgelere göre değerlendirmek gerekir.

1-Doğu Anadolu bölgesinde kalan kısımda kışlar serttir.Kuzeyden gelen soğuk havalar kışın bu yörenin sert ve karlı geçmesini sağlar.Kar yağışı Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sınırına kadar devam eder.Karla örtülü gün sayısı,dolu ve sisli gün sayısı güney bölümüne göre fazladır.

2-Güneydoğu Anadolu Bölgesi içinde kalan kısmında kışlar daha ılık,fakat yazın buralar aşırı sıcak geçmektedir.Örneğin Cizre de en soğuk ay ortalaması 6 C ,en sıcak ay ortalaması 33.7.C dir.Bu kentte bu güne değin ölçülen en düşük sıcaklık –9 C (18 OCAK 1973).Kışın en yüksek sıcaklık 48 C dir.(17TEMMUZ 1978).Kışın kuzeyden gelen soğuk havalar güneyden gelen ılık hava ile karşılaşır.Karşılaşan hava yoğunluğu az olanın yukarı çıkması sonucu yağış ve sisin oluşmasına sebep olur.Sis olayının en güzel örneği kasrik boğazı civarında görülür.Kış aşlarında yaklaşık 25 gün sislidir.Yağışlar kışın kar,ilkbahar da yağmur,sonbahar ve yaz aylarında ise çok az yağış düşer.Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kalan kısmında,Mardin eğişinden burulara kadar sokulan Akdeniz iklimini görmek mümkündür.Pamuk,Zakkum ve Zeytin bunun en büyük kanıtıdır.Yaz aylarında dağ ile vadilerde,dağ ve vadi meltemleri görülür.Şırnak Merkez ilçenin bulunduğu yere Cudi dağından esen meltemler gecenin serin geçmesini sağlar.Kuzey yarımkürede,evlerin güney yamaca bakması,ilimizde de aynı olması sıcaklıktan fazla yararlanmasını sağlar.Yağış kışın kar,ilkbaharda yağmurdur.İlkbahar sonlarında havanın aniden ısınıp yükselmesi,özellikle Mayıs aylarında dolu tipi yağışların görülmesine sebep olur.Ortalama sıcaklık 19 C ,ortalama açık günlerin sayısı 169 C ,ortalama yağış miktarı 712 mm olduğu görülür.Güneyde karla kaplı olduğu gün 0.8 gün iken,kuzeyde bu artar.Kar kalınlığının ortalama,yükseklerde 1.5 metreye kadar çıktığı görülür.

4-DOĞAL BİTKİ ÖRTÜSÜ : İklimin karasal olması doğal bitki örtüsü üzerinde etkili olmuştur

Mevsim içindeki yağışların az olması,doğal bitki örtüsünün step (Bozkır) olmasına neden olmuştur.Stepler ilkbahar yağışlarıyla ortaya çıkar,yaz sıcaklıkları ile kaybolur.Bozkırlar küçükbaş hayvancılık için önemlidir.Yükseklerde,özellikle Beytüşşebap ve Uludere civarında bulunan dağların yüksek yerlerinde alpin çayırları bulunur.Faraşin yaylası bu açıdan önemlidir.Bozkır alanlarının olmadığı yerlerde,özellikle dağların yüksek yamaçlarında yer yer bozuk karakterli meşelikleri görmek mümkündür.Daha önceleri meşe ormanlarıyla kaplı olan dağlar;kışın sert geçmesi,köylüler tarafından ormanların yakacak odun temini olarak kullanılması,meşelerin bozulmasına sebep olmuştur.Meşe ağaçlarının dışında yükseklerde ardıç ağaç toplulukları görülür,ardıçlar dayanıklı ve düz yapılı olduğundan evlerin tavanlarında kullanılmıştır.İli saran dağların yamaçlarında bıttım denilen yabani fıstıkları görmek mümkündür. Bıttımların (Yabani Fıstık) aşılanıp geliştirilmesiyle elde edilen fıstığın özel bir yeri olması bıttımların korunup çoğaltılmasına neden olmaktadır.Akdeniz ikliminin görüldüğü sınırlı alanda akarsu kenarlarında zakkumlar görülür.

5-AKARSULAR : İlin suları Dicle ırmağında toplanır.İl topraklarını kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda kesen Dicle,Cizre yi geçtikten sonra bir sürede Türkiye Suriye sınırını çizer.Dicle nin bir kolu olan Habur Çayı ise bir süre Irak da Şırnak ili (aynı zamanda Türkiye) arasında sınır oluşturur.İlin sularını toplayan Dicle ırmağının başlıca kolları Habur ve Kızılsudur.Habur çayının kolu olan Hezil çayı Irak ve Suriye sınırını çizer.İl topraklarından ve bu sulardan daha fazla yararlanmak amacıyla baraj yapılmasına karar alınmıştır.Baraj projesi GAP a dahildir

ilçeler

Beytüşşebap: Beytüşşebap, kelime anlamı olarak Beyt ve Şebap kelimelerinden elde edilmiş Arapça bir birleşik isimdir. Gençlerin evi anlamındadır. Havası ve suyu sağlıklı olduğundan bu topraklara daima genç kalanlar anlamında olmak üzere Beytüşşebap denilmiştir. Beytüşşebap tarihi eskilere dayanır. TA’NİN Dağlarından M. Ö. 1000-7000 yılları arasında Neolitik dönemlere ait kayalara kazınmış resim ve kompozisyonların bulunması, ilçede 12. 000 yıl öncesi insanların yaşadığı ve yerleşik bir düzenlerinin olduğunu gösterir. Ancak yörenin dağlık ve engebeli oluşu gelişmesine mani olmuştur. Yöre insanı bu kayalara kazınmış figürlerden de anlaşılacağı üzere hayvancılık, avcılık ve tarımla uğraştığını gösterir. İlçe Asur, Babil ve Medler döneminde BOTAN bölgesinin yaylaları olarakta kullanılmıştır. X. Yüzyılda COLEMERG bölgesinin Hakkari boyunun Pinyaniş aşireti yörede yerleşik olduğunu islam tarihçileri yazmaktadır.

Beytüşşebap İlçesi XIX. Yüzyıl sonlarında Van ili Hakkari livasına bağlı bir ilçe iken, 7 nahiyesi ve 46 köyü vardı. 1. Dünya savaşında Rus işgaline uğradı. 1917 yılında Rusların geri çekilmeleri ile işgalden kurtuldu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ilçe olan Beytüşşebap bu sefer Siirt iline bağlandı. 1936 yılında ise Hakkari’ye bağlandı. 1990 yılında Şırnak’a bağlandı.

Cizre: Cizre Nuh (AS) ve oğulları tarafından Tufan sonrası kurulmuştur. Nuh Peygamber türbesinin Cizre’de olması Cizre Surlarının gemi şeklinde oluşu, Gut, Babil, Asir yazıtlarında da Tufan olayını kanıtlamaktadır. 1953-1954 yıllarında Cizre’de yapılan kazılarda bulunan bir plakette, Cizre adının Bazib da (GERZUBAKARTA) olup, nüfusunun 1. 850. 000 olduğunu yazmaktadır. Şehir sınırlarının Katran köyünden kurtuluş köyüne Güzeller köyünden Cafer SADIK’a kadar devam ettiği bilinmektedir. Nuh Peygamber den Gutilere kadar Cizre tarihi bir karanlık içinde olduğundan elimizde belge bulunmamaktadır.

Cizre M. Ö. 4000 yıllarından itibaren Gerzubakarta adıyla Guti devleti hakimiyeti altındadır. Gutiler döneminde ilk Cizre suru yaptırıldı. Gutiler önceleri Cizre, Dicle, Cudi dağı arasında kalan bölgede hükümran iken sonra Zagros dağları ile Botan (Kentrites) suyuna kadar uzanmış ve bölgeye Gutiyum (Gudiyum) denilmiştir. Daha sonra bu bölgeye savaşçı, kuvvetli anlamında Karday denildi. Tarihçi İbnuksir Dicle’nin sonunda 200 köyü bulunan Karday adıyla bir büyük ilin bulunduğunu yazmaktadır.

Cizre’yi Nemrut Bin Koz Bin Ham Bin Nuh emrinde görüyoruz. M. Ö. 1894 yılında l. Babil Devleti yönetimine girmiştir. Babil Cizre’ye 22 Km mesafededir. Dünyanın bir çok yerine tarihi eserleri kaçırılmıştır. Kral Hammurabi Cizre’ye gerekli önemi vermiş ve birçok eserler kazandırmıştır. Şimdi de Kebeli köyünde (BABİL) efsanevi hikayeler ile Hammurabi den bahsedilmektedir.

Cizre M. Ö. 1595 yılında Babil egemenliğinden Arap egemenliğine geçmiştir. Daha sonra Asur Kralı Senpilos M. Ö. Cizre’yi kendi ülkesine kattı. Tufan olayını anlatan Asur Kralı Sanherip, Cudi nin tepesine 6 adet kabartma heykelini yaptırmıştır. Ayrıca Cudi dağının üzerinde tapınaklar yaptırmış, Cizrenin Nuh Peygamber Camii içinde bulunan mezarını restore ettirmiş ve Cizre surlarını tekrar onartmıştır. Medler ve Babilliler Asur başkenti olan Ninovayı M. Ö. 612 de ele geçirince Cizre Medlerin eline geçti. Med devleti döneminde Cizre çok gelişmiş, çeşitli eserler kazandırmıştır. M. Ö. 550 yılında Cizre Pers Hakimiyeti altına girdi. M. Ö. 331 yılında Pers Kralı III. Daryus Büyük İskender’e yenilince Cizre’de zaptedilmiş oldu. M. Ö. 301 yılında Selevkos egemenliği altına girdi. M. Ö. 130 yılında Selevkosların elinden alınarak Portların eline geçti. İran Sasani Hükümdarı Erdeşi Babıkan 226 yılında Portları yenilgiye uğratarak Cizre’yi de hakimiyeti altına aldı. Czre’de bir çok imar hareketlerine girişildi. Erdeşir Babekan döneminde Saray Burnu kapısı yaptırıldı. Aslanlar ve kitabe konuldu. İslam Peygamberi Hz. Muhammed tüm devlet başkanlarına davet mektuplarını gönderiyordu. İran Sasani Hükümdarı Kisra II. Hüsrev (Perviz) e mektup gönderip, islamiyeti seçmesini istedi. Cizre 639 yılında HZ. Ömer zamanında ordu komutanı İyaz Bin Ganem komutasındaki ordu ile savaşmadan mektupla teslim olmuştur. Bu dönemde Cizre’de kilise olan bina (Ulucami) camiye çevrilmiştir. Cizre de bu cami üniversite olarak Hz. Ömer tarafından kullanılmıştır. Halen de İsmi Camia olarak adlandırılmaktadır. Camia arapça da Üniversite demektir. 750 yılından sonra Cizre Abbasilerin egemenliğini tanımıştır. Abdulaziz İbn Ömer adında bir Vali’yi Cizre’ye atadılar. Böylece Cizre Vilayet merkezi oldu. Bu Vali kanalizasyon, cami, köprü, hamam ve imar hareketlerine başladı. Cizreyi o kadar bayındır bir hale getirdiki Cizrenin adı onun adı ile anılmaya başlandı. 1057 yılında Selçuklu sultanı Tuğrul Bey, Cizreyi kuşatmasına rağmen alamamıştır. Ancak Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın veziri tarafından 1085 yılında alınmıştır. 1096 yılında son Mervani hükümdarı Mansur’un ölümünden sonra Cizre de bu saltanatta sona erdi. Artuklular döneminde büyük fizikçi, alim, mucit İsmail Ebul-iz El Cezeri yetişmiştir. Bu zat’ın 60 makinesi dünya mühendislerini hayrette bırakmıştır. Robot, saat ve su makineleri onun mucididir. 1127 yılında Cizre;Musul Zengi devletinin hükümdarlarından İmadeddin İbn Aksankar tarafından alınmıştır. Cizre onun döneminde bir eyalet haline getirilmiştir. Kudbettin Meudut Han döneminde Cizre de Taş Köprü yaptırılmıştır. Bir ara Zengiler başkentini de Cizre ye almıştır.

Ebulkasım Mahmut Sencer Şah zamanında Cizre de Ulu Cami minaresi ile Ulu Caminin bir çok yıkılan yeri yaptırılmıştır. Ulu cami kapısı üzerindeki ejderler ve işlemeleri İsmail Ebul-iz Bin Rezzaz El-Cezeri yapmıştır. 1185 yılında Cizre büyük komutan Selahaddin Uyubbi yönetimine girdi. 1252 yılında Cizre Musul Atabeyleri egemenliği altına girdi. 1258 yılında Cizre Moğol hükümdarı Hülagunun hakimiyeti altına girdi. Cizre de Hülagu adına sikkeler bastırıldı. 1260 yılından itibaren Cizre beyliği dönemi başlamıştır. Bu devre Mirekler devride denilir. Mem-u Zin olayı Cizre beyliği döneminde olmuştur. Cizre beyliği 1627 yılına kadar hüküm sürmüştür.

1627 yılından itibaren Osmanlı Devleti bu beyliğe son vermiştir. Önceleri Diyarbakır Sancak Beyliğine bağlı iken 1841 yılında da Musul’a bağlanmıştır. Cizrenin sevk ve idaresi ile görevlendirilen Bedirhan beyin yönetimindeki Nasturi aşiretlerinin yaptıkları olumsuz bir takım hareketler Bedirhan beyin Musul Valisinin gözünden düşmesine sebep olmuştur. Bu sıralarda Müşir Osman Paşa komutasındaki orduya itaatsizlik eden Bedirhan bey görevden alınarak, yerine yeğeni İzzeddin Şir getirilmiştir. Bundan sonra yönetime sırasıyla Mustafa Paşa, Abdulkerim Bey, İbrahim Bey ve onun da ölümü ile Hamidiye Kaymakamı Tahir Ağa getirilmiştir. Milli mücadele döneminde büyük başarılar gösteren Cizre ye Fransızlar gelir şehri savaşsız teslim almak isterlerse de halkın direnişi ve silahlanmayı görerek işgalden vazgeçmişlerdir. Milli mücadeleye katılan, şehit ve gazi olan bir çok Cizreli vardır. Cumhuriyet döneminden önce bakımsız olan Cizre, Cumhuriyet döneminden itibaren onarılmış modern bir ilçe olmuştur.

Güçlükonak:  Eruh ilçesine bağlı bir köy iken, Şırnak’ın 1990 yılında il olması ile Şırnak’a bağlı ilçe haline getirildi. Guti dönemlerinde ilçe sınırları içerisinde bulunan ören yerinde, tek parça kayadan üç katlı evler yapılmıştır. Hatta yatak serilecek yerler ile beşiğin konulacağı yerler dahi oyulup yapılmıştır. Şu anda çevre köyleri bu yeri Ulyeşeyhan diye adlandırırlar. Bu ören yerine yakın bir pınar vardır ki çıkışyeri bir mağara olup, sarkıt ve dikitlerle doludur.

Zeve köyü ile Avin-Binat köyleri arasında kalyan mevkide dağ ile su arasında kalan yerde oyulmuş, bir kapı bulunmaktadır. Bu kapının Guti dönemine ait olduğu söylenmektedir.

Bünüsra köyü içinde onlarca su sarnıcı bulunmaktadır. Çok eski dönemlere ait olan bu sarnıçlardan bu günde faydalanılmaktadır. Güçlükonak bölgesi Guti, Babil, Med, Asur Osmanlı egemenliği altında kalmıştır. Sayısız mağara bulunması bunun açık kanıtıdır.

İdil:1924 yılında bucak olmuş, 1937 yılında da ilçe olmuştur. Milattan önceki adının Zarih olduğu söylenir. Zapdey adında bir süryaninin ilçeye hizmetlerinden dolayı da İdil’e Beyt-Zaptdey (Zapdeyn evi) adı verildiği dolaşan rivayetler arasındadır. Milattan sonra(300-400) yıllarında Farslar burayı istila ettiler. Farslar döneminde buraya (Hazak) ismini vermişlerdir. Hazak farsça bir kelime olup, mert ve cesur anlamındadır. İdil ilçesi 1924 yılında Cizre ye bağlı bir bucak olmuş, 1937 yılında da İdil adını alarak ilçe olmuştur. İslam, Emevi, Abbasi, Zengi, Artuklu ve Osmanlı imparatorluğu egemenliklerini görmüştür. Şehrin çoğunluğu müslüman olmakla birlikte, Süryani (Asuri) vatandaşlarımızda bulunmaktadır.
 

Silopi: Silopi’nin şimdiki ilçe yerinin adı Girik’tir. Girik tepecik anlamındadır. Cizre’nin bir köyü iken, 1960 yılında ilçe olmuştur. Silopi’nin kuzeyini kaplayan Cudi Dağı tam manasıyla bir tarihtir. M. Ö. 4000 yıllarından beri Silopi dolayları dünya tarihine damgasını vurmuştur.

Guti imparatorluğunun başkenti olan Bajarkard, Silopinin (Giriçolya) köyünün 5 Km göneydoğusunda bulunmakta idi. Cudi dağındaki heykeller Zaho Silopi dolaylarında çıkarılan heykeller hep Gutilerin izleridir. Cizrenin Kurtuluş köyü ile Şırnak’ın Kasrik Beldesi arasındaki Kızılsu ırmağı kenarında beyaz kayalara oyulmuş Kral-Kraliçe kabartmaları da Guti İmparatorluğunun izleridir. Silopi bölge olarak Guti, Babil, Med, Asur, Pers, Portlar, Sasaniler, İslam İmparatorluğu, Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler. Zengiler, Artuklular ve Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Cudi dağındaki 6 adet Sanherip kabartması, Cizre hudutları içinde ise geminin durduğu yer şu anda Siloip sınırları tarafında kalmaktadır. Silopi bölümünde bulunan bu gemi yerinde 1 adet mescit kalıntısı, 3 sarnıç ve Nuh Peygamber (A. S) nın evinin temelleri bulunmaktadır.

Uludere:

Bütün Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde olduğu gibi Orta Paleolitik ve Neolitik dönemlerin ardından M. Ö. 3000 yıllarında Tunç dönemini de yaşayan Uludere de M. Ö. 1000 yıllarından itibaren Urartu hakimiyeti dönemi başlamıştır. Daha sonra kısa süre Medler, Perslerİskender, Selökidler ve Roma-Part egemenliği dönemleri geçiren ilçede 193-297 yılları arasında Arsaklıların varlığı görülür.

297-638 yıllarında sasanlıların egemenliği ardından çeşitli ulusların akınları ile karşılaşan yörede 1054 yılından itibaren Türkmenlerin tarih sahnesine çıktığı görülmektedir. 1142 de İmadettin Zengi 1260 da da Hulagu’nun Hakkari yöresini ele geçirmesini izleyen yılların kargaşalığı yöre beylerinin 1349 da Karakoyun’lulara bağlanmayı kabul etmeleri ile durulur. Hakkari birliğinin kurulmasından sonra buraya bağlanan yöre halkı daha sonra 1386 da Timur ordularının ezici egemenliğini tadar. Bir asırdan fazla bir süre belirsiz karışıklıklara sahne olan yörede 1502 yılından itibaren Satevi etkinliği başlar. 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman padişahlığı döneminde Osmanlı imparatorluğuna bağlanan Uludere, İmparatorluğun egemenliğinde Cumhuriyet’e kalırlar.

Yöre Cumhuriyetin ilanından sonra bucak haline getirilerek, Beytüşşebap ilçesine bağlanır. Daha sonra ise 27 Haziran 1956 tarihinde yürürlüğe giren 7033 sayılı kanunla ilçe haline getirildi. 18 Mayıs 1990 tarihinde da Şırnak’ın il olması ile Şırnak’a bağlandı.
 

Tufan ve Cudi: Nuh (A.S),Babil şehrinde doğmuş olup,lakabı Yeşkür ve asıl adı da Abdulğaffar dır.Allah korkusundan çok ağladığı ve bağırdığı için, arap yazarları ona Nuh isminin arapça bir kelime olan Nevh sözcüğünden geldiğini iddia ederler.Nuh,yeni anlamına da gelirki;Yeni baba anlamındadır.40 yaşında iken kendisine Peygamberlik görevi verilmiştir.950 yıl kavmi arasında kaldığını ve onları dine,imana çağırdığını Kur’an-ı Kerim bildirir.

Nuh’un sülalesi şöyledir;NUH bin LEMK,bin MUTEVEŞLİH,bin BERD,bin EHALİL,

Bin KAHYAN,bin ENÜŞ,bin ŞİT,bin ADEM olarak kitaplar kaydeder.

Nuh (A.S) geceli,gündüzlü kendi kavmini Allahı’n Dini’ne davet ediyordu.Fakat her seferinde kötü söz ve dayakla mukabelede bulundukları görülürdü.Hatta bir iki sefer,çok dövüp bayılttıktan sonra ,çöplüğe bile atmışlardı.950 yıl,bu zulme ve cefaya dayanan Nuh Peygamber ,nihayet yüce Allah’a (C.C) şöyle dua eder:

“Ey Allah’ım yeryüzünde hiçbir kafir bırakma!” (2)

Allah da duasını kabul ederek,Cebrail (A.S) ı yanına göndererek yapılacak Tufan ve Gemi hakkında bilgi verdi.Günlerce ağaç çekip hazırladı.Kendisi de marangoz olduğundan bu iş ona kolay geliyordu.Gemisini Küfe de ve Ceylanpınar’da yapmaya başlamış olduğunu kaydederler.Ancak Kufe’de yaptığı hakkında deliller biraz fazladır.

Gemiyi Melek cebrail (A.S) ın gözetim ve planı ile üç katlı yapmaya başladı.Geminin ağacıda şimdir denilen ve tahta kaşık,kepçelerde de kullanılan sert bir ağaçtan olduğu rivayet edilir.Gemi bittikten sonra,içi ve dışı güzelce ziftlendi.Bu ziftle,içine su kaçmaması için daha da sağlamlaştırıldı.Altın ve Demir çizgilerde kullanıldı.Geminin eni 50 kulaç,yüksekliği 30 kulaç ve uzunluğu ise 300 kulaç olduğu söylenir.İkinci ayın onyedisinde yağmur 40 gün 40 gece yağdı.(43) Yerden çok sıcak sular fışkırdı.Yağmurlar tane tane değil,sağanak ve kazandan boşalırcasına geliyordu.Her yer bir kaynak oluvermişti.

Hz.Nuh,her hayvandan birer çift olmak üzere,bir dişi bir erkek aldı.Yırtıcı hayvanları alt kata,evcil hayvanları ortanca kata,inananları da üçüncü kata yerleştirdi.İslami eserler,çok zararlı bazı ilk çağ hayvanları gemiyi almadığından,şimdi nesillerinin kesildiğini söylerler.

Ayrıca insanlığın ilk babası Hz.Adem (A.S) in cenazesinin de,Gemiye alındığını kaydederler

Tufan’ın başlama parolası olan Tandırdan suyun fışkırma haberi Hz.Nuh’a iletilince,

derhal bütün inananlar gemiye koştu.Bunlar Hz.NUH ve hanımı,oğulları Ham,Sam,Yasef ve hanımları olmak üzere ya sekiz kişidirler,veyahut inananlarla birlikte 80 kişi olup,40’ı kadın,40’ı erkektir.Nuh’un oğullarından olan Yam (Ken’an) babasına annesi ile birlikte inanmadıkları için,gemiye binmek istemediler.Hz.Nuh’un yaptığı bütün ricalara rağmen binmek istemedi.Ben kendimi kurtararak,yüksek bir dağın tepesine giderim,diyordu.Fakat onun düşündüğü gibi olmadı.Dalgalar birbirini kovalar şekilde,boğuşurken,inanmayanlar dağ tepelerine doğru koşuyorlardı.Gemi’den bir daha oğlunu çağıran Nuh (AS) red cevabını alınca

azgın bir dalga Yam’ı hemen içine alıp sularda kaybetti.Bu olayı gören Peygamber Nuh (AS),

çok üzülerek ,oğlunu andı.Fakat Allah (CC) “O.senden değildir” buyurdu.Ameli salih ile meydana gelmemiş bir oğul olan Yam,böylece cezasını bulmuş oldu.

Bu gemiye binen sekiz veya seksen kişi anlamında Seman (seman ın adı verilirki,

Şimdi onların sayıları ile ilgili Cudi dağının eteğinde bir köy bulunur.Bu çevre Heştan olarak adlandırılır.Bunun anlamı da sekiz-seksenler dir.) Gemi 150 gün su yüzünde kaldı.Bu aylara yetecek kadar beraberlerinde yiyecek ve malzeme almışlardır.Gemi Muharrem ayının 10.günü ve diğer takvime göre 7.ayın 17.günü Cudi Dağında durdu.İşte yüce Allah’ın buyruğu:

Kur’an-ı Kerim,Hud suresi ayet 41.

“EY YER SUYUNU YUT,EY GÖK SUYUNU TUT.SU ÇEKİLDİ VE EMİR YERİNE GELDİ.GEMİ CUDİ ÜZERİNDE DURDU.ZALİM OLAN KAVİM DEFOLSUN

(HELAK OLSUN) DENİLDİ.”

Hz. Nuh (AS) bir ay veya daha fazla suyun çekilmesini beklemişlerdir. Beraberindeki son yiyeceklerini de karıştırıp bir nevi aşure yaparak yediklerini rivayet ederler. Hz. Nuh (AS) etrafı denetlemek amacıyla bir güvercini gönderdiğinde, dönüşte gagasında bir zeytin dalıyla döndüğünü gördü. Bu suların çekilmesine ve Tufan’ın bittiğini göstermiş oluyordu. Böylece Nuh ve oğulları, müminler CUDİ’de Allah’a (CC) bir şükran ifadesi olarak, bir mescit ve mezbah (Kurban yeri) yaptılar.(24)... Daha sonra Cizre ye yerleşmiş ve orada vefat etmiştir.Yüzdeyüz hiçbir peygamberin nerede öldüğü belli değildir. Ancak İslam Peygamberi Muhammed (AS) in mezarı bellidir. Fakat Hz. Nuh (AS) un mezarının burada olduğu yukarıda sayılan delillerden kesin sayılabilir.

Hz. Muhammed (S.A.S) den rivayet edildiğine göre; Bir hadisi şerifte insanlığın yalnız Ham, Sam, Yasef’ten türemiş olduğu belirtilmiş, müminlerden hiç kimse türemeden ölmüşlerdir. Yüce Allah (CC) Kur’an-ı Kerim de Şuara suresinde şöyle emreder:

“Biz Nuh’u ve gemi sahiplerini kurtardık” Saffat suresinde ise:

“Biz Nuh’u ve aile efradını o büyük beladan kurtardık. Biz yalnız Nuh’un zürriyetini yeryüzünde halife bıraktık.”

Tufan olayı tüm insanlığa bir ders olmalıdır. Zalim. nankör, yalancı ve gerçekleri görüp inanmayanların sonunun kötü, Allah’a inananların ve onun yolunu tutanların da,kurtuluşa ereceklerini belirtir.
 

Mem u Zin: Cizre hükümdarlarından Emir Abdal (Abdullah) oğlu Emir Zeynuddin zamanında hicri 854,miladi 1450/1451 yılında olay meydana gelmiştir.Mem u Zin gerçek hayat hikayesini Hakkarili Şeyh Ahmed-i Hani manzum bir şekilde kaleme almıştır.Ölümlerinden 240 yıl sonra Cizre’ye gelmiş ve eserini 1690 yılında yazmıştır.

Kötülüğü, ikiyüzlülüğü, koğuculuğu, fitne ve fesatçılığı,dalkavukluğu Bekir’de toplamıştır.Doğruluğu,iyiliği,suçsuzluğu,zayıflığı ve çaresizliği de Memo ve Zin’in şahıslarında toplamıştır. Zamanın yaşantısını,sosyal durumunu ve kültürünü büyük bir ustalıkla işlemiştir.Eser,Türkçe,Farsça,Arapça,Fransızca ve Rusça’ya tercüme edilmiştir.Bu gerçek hikaye Anadolu’muzda ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da halk arasında çok tanınmıştır.Okumamış kimseler dahi,bazı bölümlerini ezbere kaside şeklinde okumaktadırlar.Ayrıca yerli ve yabancı turistler tarafından türbeleri devamlı ziyaret edilmektedir.Ancak bu güne kadar türbeleri restore edilmemiş ve bakılmamıştır.Kültür Bakanlığı,Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından Mirebdal Camii korunma ve tescile alınmış olduğundan,bu caminin bir bölümünü teşkil eden Mem u Zin kısmı da böylece korunmaya alınmaktadır.

Cizre Beyi,Ebdal oğlu Mir Zeynuddin’in ZİN ve SİTİ adlarında çok güzel iki bacısı vardı.Zin beyaz tenli ve beyin canciğeri gibiydi,Siti ise,esmerimsi ve bir selvi gibiydi.Tacdin,Beyin Divan Vezirinin oğluydu.Tacdin’in babası İskender’in iki oğlu daha vardı.Bunlara Arif ve Çeko denirdi.Tacdin’in kardeşleri Çeko ve Arif,tıpkı şahinler gibi kuşları kapıp kaçıracak şekilde kurnazdılar.Hikayenin ana kahramanı Memo ise,Memıalan lakabıyla şöhret bulmuş olup, Divan katibinin oğlu ve Tacdin’in kardeşi ve ahiret dostuydu.

O zamanlar baharın müjdecisi olan Mart ayında eğlence ve bayram günleri tertip edilirdi.Senenin bu gününde Cizre halkı çoluk-çocuk kıra çıkar, süslenen gençler birbirlerini İslama uygun bir şekilde görür,beğenir ve böylece eş bulurlardı.İhtiyarlar ve çocuklar uzun kış günlerini unutmak için bu bayram eğlencelerine katılırlardı.

Bey ,kır eğlencelerine izin verince,herkes giyinip gitti.Memo ile Tacdin kendilerine kızlar gibi süs verip kıyafet değiştirerek çarşıya çıktılar.Çarşıda gezip çalkalanan insanları seyrederlerken,bir anda iki erkek kıyafetli insan gördüler.Onları görür görmez,ikiside yere düşüp bayıldılar.Siti ile Zin bu bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek,onlar sezmeden her ikisi kendi yüzüklerini onların parmaklarına geçirip oradan yabancıların gelmesi ile onları terk edip ayrıldılar.Bir iki saat sonra Memo ile Tacdin ayrıldıklarında herkesin evine gitmiş olduklarını ve kendilerinin bezgin ve sersem olduklarını gördüler.”Acaba nerede hastalandık biz.Hangi savaşta yaralandık biz” diye birbirlerine bu başlarına gelen olayı anlatırlarken;

Tacdin,

“Kardeşim,elinde bir mücevher var ki;kendisi bir çıra,Yakutu ateş koru,karanlık gecede yakılan bir meşale gibi parlıyor ve üzerinde de ZİN adı kazılmış” dedi.Memo’nun parmağındaki yüzüğü görmek için Tacdin elini uzatınca,Memo da onun parmağında bulunan paha biçilmez ve üzerinde maharetle SİTİ yazılmış bir elmas yüzük gördü.İkisi de hemen kendilerine bu yüzük sahipleri olan Siti ile Zin’in ne yapmış olduklarını derhal anladılar.Bayram eğlencelerinde bu iki genç kızın da onlar gibi kıyafet değiştirdiklerini anladılar.

Bir sihirbaz ve cadı görünümünde olan Heyzebun adlı dadılar Siti ve Zin’i böyle solgun yüzlü,renklerinin değiştiğini görünce,onların hallerini öğrenmek amacıyla:

“Niçin böyle duruyorsunuz?” dedi.

Siti ile Zin başlarına gelen olayı gizlice dadıya anlattılar.Onların yüzüklerini de dadılarına gösterdiler.Dadı,hemen yüzükleri alıp,zamanın falcısına giderek falcıdan her iki erkeğin adlarını ortaya çıkarttı.Daha sonra bir hekim kılığına girerek,hastaları şifaya kavuşturmak amacıyla Cizre’nin sokaklarına daldı.Koynuna birkaç kitap,neşter,şişe,kese,bazı ilaçlar almıştı.Mahalleleri gezerken,onu gören gençler arkadaşları ve komşuları olan hasta Tacdin ve Memo’ya götürdüler.Yabancı bir doktor kadın kılığında olan Heyzebun:

“Bizi lütfen yalnız bırakınız”,dedi.Orada bulunan akrabaları ve diğer gençler odayı boşalttılar.Heyzebun Tacdin ve Memi’ye her iki kızında sizin gibi aşık olduklarını söyleyerek,

güzel bir dille durumlarını onlara anlattı ve değişen yüzükleri bir daha geri istedi.Tacdin inanmaları amacıyla yüzüğünü geri gönderdiyse de,Memo yüzüğünü vermeyerek:

“Bununla yaşıyorum ben” dedi.

Memo ve Tacdin kadar aşık olan ve inleyen her iki kız,dadıları Heyzebun’u sabırsızlıkla bekliyorlardı.Dadı dönüşte Siti ve Zin’e durumlarını anlatınca aşkları daha fazla alevlenmiş oldu.

Aşkları had safhasına ulaşan Memo ile Tacdin,kalkıp arkadaşlarına giderek,başlarına gelen macera ve halleri onlara anlattılar.Bunu duyan arkadaşları önce Tacdin için olmak üzere bazı büyük Cizre alimleri,adliyecileri ve beylerden birer grup alarak,zamanın Cizre Bey’i Mir Zeynuddin’in huzuruna dönür olarak çıktılar.Böylece Siti’yi Tacdin’e istiyorlardı.

Bey de:

“Layık gördüğünüz üstündür,vekil kimse gelip otursun” dedi.

Tacdin’in vekili olan kardeşi Çeko Bey’in eteğini öperek,kabullendi.Bunun üzerine hepsi Bey’e teşekkür ederek,davullar,rubablar,çalgılar çalınarak düğün şerbeti içilmeye başlandı.

Sonra Bey,altın ve gümüş tabaklar içinde bir gök tabakası kadar geniş ve zengin bir sofra çekti.Davul,zurna,ud,keman,tanbur,çeng,santur ile neyler çalındı.Memo ve Tacdin giyinmiş olarak Mir Zeynuddin’in elini öperek eğlence meclisine katıldılar.Böylece Tacdin ve Siti için yedi gün yedi gece düğün yapıldı.Gerdeğe girdiklerinde,gerçek dost ve arkadaşı olan Memo,Cizre yöresinin bir adeti olmak üzere dış kapıda onları silahıyla bekledi.

Soyca Botanlı olmayıp,aslen şimdi İran’da bir köy olan Merguverli Bekir adında fitneci,dedikoducu,fesat aldatıcı,ikiyüzlü olan bir adam vardı.Bu Bekir hem Bey’in kapıcısı

(Dergehvan),hem de kahvecisi idi.Halk bunu Beko olarak da çağırırdı.Bu adamın kötülüklerini bilen Tacdin,Bey’e kaç sefer bu adamın bu kapıya layık olmadığını ve kapıcılık tan alınmasını söylerdi.Ancak Bey :

“Değirmenimiz onunla dönüyor.Köpekler de kapıcıdırlar”,derdi.

Huylarında daima şeytanlık gizli olan Bekir,Bey’i sinire getirmek için bir gün söyle dedi:

“Beyim,Siti’yi siz çok telef verdiniz.Kayser,Kisra,Fağfur isteseydi böyle çabuk vermezdiniz”dedi.

Bey şöyle cevap verdi:

“Ey bedbaht,Tacdin ve Memo’yu onlara değişirmiyim.Savaş olduğunda bize ikiyüz esir getiriyorlar”

Bununla da Bey’e tesir edemeyen dedikoducu Bekir,artık başka şeyler tasarlayarak ağız değiştirdi.

“Efendim,Tacdin kendi tarafından Zin’i Memo’ya vermiş”

Bey:”Neden bana sormadı acaba.Benden kalmamış mı korkusu? Bekir:”Bilmiyormusunuz Beyim,orası öyledir.Yiğittir,gençtir,beyzadedir”

Bey:”Gönlümde gerçekten Zin’i Memo ile şereflendirip vermek vardı.Artık atalarım Hz.Halid-in ruhlarına and içerim ki;Zin’i karı olarak Memo’ya vermiyeceğim.Başından bezmiş olan varsa,işte Zin,istesin bakalım”dedi.

Cizre Kalesi ile Dicle Nehri arasında kalan yerde büyük bir bahçe bulunurdu ki;bu bahçede türlü türlü ağaçlar,evcil ve yabani hayvanlar bulunur ve beslenirdi.Bu bahçeye Beybahçesi olmak üzere (Rezimiran) denilirdi.O kadar ağaçlar,güller çeşit çeşit bitkiler sıktı ki,insanlar içinde birbirlerini görmezlerdi.

Bir gün Bey ve Cizre halkının tamamı kıra ve av avlamaya giderler.Memo o gün bir yere ayrılmaz,Zin ise,hükümdar olan ağabeyi Mir Zeynuddin’in bahçesine gider.Çoktandır Zin’i takip eden Memo,Zin’in bahçeye girdiğini görünce,gizliden kendisi de bahçeye dalar.Kabahatlı olan Zin,Memo’yu görünce birden yıkılıverir yere.Memo bu sırada onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:


“Ey gül;Gerçi sen de nazeninsin,

Sen nerde,Zin’in yüzünün rengi nerde?

Ey gül!Gerçi senin güzel kokun var,

Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.

Fakat siz yarimin zülfüne benzemezsiniz.

İkiniz de arsız ve hazversiniz.

Ey bülbül!Gerçi sen de aşk adamısın,

Kırmızı gül mumunun pervanesisin.

Benim Zin’im senin kırmız gülanden daha şendir.

Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.

Ey sonucu iyi olan büybül!Asıl bülbül benim.

Boşuna kendini niçin kötü adlı yapıyorsun.

İlkbaharda gül bahçeleri

Bir değil,yüzbinlerce gül verirler.

Benzerleri çok olan yerler

Huri ve melek bile olsalar

Sebep olmaz onlar hiçbir yerde

Çünkü bulunurlar her yerde

Bir tane olsa,eşsiz ve emsalsiz olsa

O da Zin gibi ve Ankara gibi perde arkasında olsa
Aşık o zaman neyle teselli bulur?

Sabretmeden,ölmeden,çaresi nedir onun?”

 

Durumdan habersiz olarak Memo böyle söylenirken,ikiyüz kişinin nedimeliğini yaptığı Zin’i görür ve dayanamayıp yere yuvarlanır.Zin’in ayakları önüne yığılır,kalır.Yere düşünce,Memo’nun ayakları Zin’e değdiğinden,Zin ayılır.Yanında Memo’yu görünce acep hayal midir?Gerçek mi? Rüya mı görüyorum,yoksa hakikat mı? diye telaşa düşer.Zin,Memo-nun ellerini avucuna alırken,Memo onun zülüflerinin kokusundan ayılır.Önce el işaretleri ile,sonra dilleri çözülünce konuşurlar.Üzerlerinden geçen kazaları yeniden binlerce sünnetle eda ederler.

Bey,avdan döndüğünde,davul-zurnalarla karşılanır.Yakaladıkları ceylanları,kurtları,

tilkileri bahçeye salmalarını emreder.Bahçe kapısının kilitli olmadığını gören Bey,şüphelenir ve girer.Bakar ki ,biri abaya sarılıp oturmuş bahçeye.Benden habersiz kimdir bu zamanda bahçeme gireni öğrenmek için biraz yaklaşır ve Memo’yu görür.Memo şöyle der:

“Beyim,biliyorsunuz ben hastayım.Sizin ava gittiğinizi duyunca benim de canım sıkıldı.Sonra kendimi burda buldum” der.

Bey der ki:

“Bari bahçede birşeyler avladın mı”

Memo : “Ben bu bahçede bir ceylan buldum.Zülüfleri siyah,kokusu güzel,sen geldiğin için

Gizlendi.Sen gelmezden o açıktaydı”

Tacdin bu sözleri işitince,yanında abasının altında Zin’in gizlendiğini anladı.Bey’e Memo’nun hasta ve saralı olduğunu söyleyip,oradan meclise gidip divan kurarlar.Tacdin Bey’i aldatıp meclise götürdükten sonra,Memo’ya gelip:

“Kardeşim ne haldir” diye sorar.O da abasının altından Zin’in saç örgülerini gösterir.

Tacdin bu durumu görünce hemen eve koşar.Karısı Siti’ye Kur’an-ı Kerim ve altın beşikteki

Çocuğu alıp çıkmasını söyler.Memo ile Zin zor durumda olduklarını karısına anlatır.Tacdin bu sırada evini ateşe verdi.Feryadını yükseltti.Kabileler,aşiretler ve herkes yangın söndürmeye koşarlarken,Bey ve hizmetçiler de saray ve bahçeyi boşaltarak yangına doğru gittiler.Böylece Memo ile Zin’in kurtuluşu ve gerçek dostluk için Tacdin evini feda etti.Emsali görülmemiş bir dostluk örneğidir.

Zin ve Memo’nun aşkından haberder olan Bekir hemen Bey’e uluşarak olup bitenleri anlatır.Bey de,bunu öğrenmek için bir hal çaresi aramasını emreder.Bekir der ki:

“Beyim kendisiyle satranç oynayın.Satranca davette eğer beni yenersen istediğini alırım.diye söylersiniz.Böylece esas amaç belli olur”

Gizlice Memo’yu bahçeye çağırtır.Meşrusatlar ve meyveler hazırlanır,yiyilir,içilir.

Bir ara bey Memo’ya:

“Bu gün bizim seninle savaşımız vardır:

Kalk da karşıma geç

Şüphesiz seninle savaşacak olan benim

Ey alnı açık seninle şartımız:

Sen ne istersen,bizim için de gönül dileği” der.


Bu sınavın sonucunun kötü olacağını düşünen Bey’in çok güzel ve yiğit olan oğlu GIRGİN bunları duyunca hemen Tacdin’e koşup haber verir.Tacdin de Çeko ve Arif’i yanına alarak gelir.

Beraber üç el satranç oynadıklarında,Memo çok müthiş bir satranç oyuncusu olduğundan Emir Zeynuddin’i üç el yener.Bun gören şeytan ruhlu Bekir,Beye yerlerini değiştirmelerini söyler.Yerlerini değiştirdiklerinde Memo’nun yüzü Zin’in oturduğu pencereye geldiğinden,aşkı dolayısıyla satrancı unutur.Memo,Fil ve Feres’i bedava elinden çıkartıp,böylece altı el yenilir.Bey de,tam böyle yenilmiş,sevgilisi karşısında oturup şaşırmış Memo’ya sevgilisinin kim olduğunu ve mutlaka getireceğini söyler.Beko önceden tedbirli olduğundan ,hemen lafı yapıştırır.Sevgilisinin dudağı benekli ve döğmeli bir kapkara arap kızı olduğunu söyler.Bunları duyan Memo kızar ve şuurunu kaybederek:

“Asla,Bekir’in söylediği gibi değil,padişah kızı saraylı olup,temiz soylu ve ismi de Zin dir” der.

Bey bunu duyunca hemen hizmetçilere öldürmelerini söyler.Fakat orada hazır olar Tacdin,Çeko ve kardeşleri hemen bağırıp,hizmetçileri durdurarak şöyle derler:

Sizler Memo’yu tutuklayıncaya kadar,

Sizlerden üçyüz kişi yaralanacaktır.

Ve bizleri de siz parçalamadıkça

Memo’ya bir şey yapamazsınız.

Ancak ,elimiz Bey’in önünde bağlıdır.

İşte boğaz,işte el,ayak ve işte Zincir” derler.


Bey bu sefer,Memo’nun ellerini bağlattırıp zindan’a gönderir.Memo bir sene kadar zindanda kalır.Daha sonra Tacdin ve kardeşleri Bey’e değerli bir ihtiyar gönderip,Memo’yu serbest bırakmasını söyler.Bekir bunada bani olarak,Bey’in altına girerek şöyle der:

“Efendim bunlardan kurtulmak istersen Memo’ya ya bir zehir vermelisin veyahut Zin’i zindana göndermelisiniz yanına.Zaten o hakiki aşıktır.onu görünce ölecektir.”

Emir Zeynuddin dini duyguları için onu zehirlemek istemez.Ancak bu planını gerçekleştirmek için hiç gitmediği kardeşi Zin’in odasına geceleyin gider.Zin Bey’i görünce Beylere yakışacak şekilde edeple oturur.Bu güne kadar Memo hadisesini Zin’in yüzüne vurmayan Bey,artık olayı anlatmaya başlar.Zin utancından ve üzüntüsünden yüzüstü bayılıp yere yığılır.Ağzından ve burnundan kanlar akar.Bu durumu gören Bey büyük bir üzüntüye dalar.Geç vakitlere kadar bacısının baş ucunda ağlar.Ev halkı saatlerce geciken Cizre Beyi’nin durumunu öğrenmek amacıyla ,merakla kapıya gelirler.Bakarlar ki;Zin yerde baygın ve kanlar içinde,Bey’de başucunda ağlamaktadır.Yoksa öldürdünüz mü? Diye sorarlar.İşte tam bu sırada dışarıdan bir gizli ses duyulur.

“Memo öldü”

Bu sesi baygın olan Zin işitir işitmez kalkar ve oturup,ağabeyşi olan Bey’e bir çok keramet nevinden cümleler kullanır.Mem ile Zin’in aşklarının maddi bir aşk olayı olmadığını,

bu aşkın manevi bir aşk olduğunu öğrenen Emir Zeynuddin,Bekir’le beraber kurmuş olduğu plandan vazgeçer.Zin’e de artık seni Memo’ya verdiğimi,düğününüzü bu günlerde yapacağını ve bu güne kadar çektirdiği acılar için özür dileyerek,Allah tan affını diler.Zin,ağabeyisinin bu gerçek düşüncesini öğrenir öğrenmez,hemen süslenerek Bey’den Memo’yu görme izni ister.

Zin yanına dadısı ve kız kardeşi Siti ile yüz nedimeyi alarak zindana doğru gider.Kapıda Memo’yu tarif ederek,onunla görüşeceklerini söyler.İçerideki mahpuslar birlikte şöyle anlatırlar:

“Memo düne kadar aramızdaydı.Yalnız dün akşam pencereden vücudu üzerine bir yeşil,bir sarı ışık topluluğunun geldiğini gördükten sonra,konuşmaz olmuş.” Bunu duyan zin,yanındakilerini bırakarak zindanın içine iner.Ayağıyla Memo’yu dürterek.biraz konuşturur.

Memo şöyle der:

“Sen beni görmek için değil.tatlı canımı almak için gelmişsin”

Zin =Hadi kalk zincirlerini çözüp,Bey’in huzuruna çıkalım,iznimizi verdi.

Memo=Ölümü olan bey,bey değildir.Biz beylerbeyinin huzuruna çıktık”diyerek ölür


Ölüm haberi saraya ve şehre yayılınca Tacdin koşup gelir ve Bekir’i karşısında bulur

Bekir’e şöyle seslenir:

“Ey maksatları meneden,Memo ölürde sen hayatta yeryüzünde mi gezeceksin” der ve kılıcını çekerek leşini yere serer.Halk Bekir’in öldürülmesini Bey’e ulaştırarak,Tacdin’in üzüntüsünden aklını kaçırabileceğini ve başka kazaların elinden çıkabileceğini söyler.Tacdin zincirlenir.

Bu acıklı aşk olayına tümüyle üzülen Cizre halkı,Memo’nun ölümüyle bir yasa bürünmüşlerdi.Hatunlar,perdeliler,örtülüler,fesliler,peçeliler ve herkes matem için karalar giydiler.Hatta daha öncesi siyah çarşaf yokken,o günden itibaren çarşafları siyah giyme adeti ortaya çıkarıldı.

Bu sırada,Memo’nun yıkanması ve kefelenmesi bitmiş,saraydan çıkarılmaktadır.

Tacdin üstten bakıp Memo’nun tabutunu tüm şehrin eli üzerinde görünce,hıncından zincirleri kırıp,koşarak ölüye doğru gider.Ölüyü taşıyanları iteleyerek,cenazeyi başına bırakır.Bu sırada Zin üzüntüsünden cenaze ile mezara gitmektedir.Bey Tacdin’in öfkesinin yatışıp yerine sabrın geldiğine kanaat getirdiği için,bir şey demez.Memo’yu Abdaliye Medresesi’ne götürüp Gömme hazırlıkları yaptıkları bir sırada,iki oduna bağlı bir ölünün birkaç insan tarafından taşınıp oraya doğru getirildiği görülür.Bunu gören Emir Zeynuddin sinirlenerek:

“Bu mezar müslümanların mezarıdır.O köpeği aramıza almayın” DER.

İlahi aşka varan Zin,ağabeyisinin yanına giderek:

Bey’im Memo’nun bulunduğu şehitlikten Bekir’i sakın mahrum etme.Bizi o köpek Bizi o köpek korudu.Bizi kıyamete kadar kapı eşiğinde o koruyacaktır.” der.Bekir lehinde güzel cümleler kullanır.Böylece Bekir’i bir köşeye gömerler.


Zin eve dönmeyerek devamlı mezar başında ağlar ve şöyle der:


“Ey vücudumun ve canımın mülkümün sahibi

Ben bahçeyim,sen de bahçıvan
Senin bahçen sahipsizdir

Sen olmazsan onlar neye yarar

Kaşlar,gözler,zülüfler neyedir

Zülfümü tel tel çekeyim

Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün

En iyisi hepsi yerinde kalsın

Hakka emanetim teslim edeyim”

Diyerek yapıştığı mezar taşında canını verir.Bey,Zin’in naşını gömülü olan Memo’nun mezarını açtırarak Zin’i sarktığı sırada şöyle seslenir:

-“Memo! Al sana yar” der.Mezardan Memo’nun cesedinden üç defa ses gelir.O ses:

-“Merhaba” diye yükselir.


Gerçek aşktan ilahi aşka varan MEMO ve ZİN’e Allah rahmet eylesin.

KAYNAK: Abdullah YAŞIN

(Bütün Yönleriyle Cizre adlı kitabından)