Anasayfa / Kütüphane / Sözlük

Yedi Uyurlar: Ashâb-ı Kehf

Yedi Uyananlar veya Yedi Uyurlar nedir? Yedi Uyurlar Mağarası nerededir? Ashab-ı Kehf kimdir?

 

Yedi Uyananlar veya Yedi Uyurlar:  Ashâb-ı Kehf ya da Yedi Uyurlar, Dünya'nın değişik kültürlerinde izlerine rastlanan inançlarını değiştirerek, halkını terk eden ve uzun yıllar uyuduktan sonra uyanan bir arkadaş grubunun hikâyesidir. Genellikle sayıları 7 olarak belirtilir. Bir mağarada yıllarca uyuduktan sonra tekrar uyandıkları belirtilen arkadaş grubu İslamiyet'in kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm’de de zikredilir ve sayıları verilmemekle birlikte başlarından geçen olaylar doğrulanır.

Olayın özünü teşkil eden ölümden sonra diriliş ve uzun süre mağarada uyuyup yeniden uyanma hadisesi, İslâm’ın dışındaki dinlerde ve çeşitli efsanelerde de yer almaktadır. 

Hindistan’da bir tek kişinin uzun süre uykuda kalması olayına rastlandığı gibi (Bhagavat Gita, Ramayana...), Hint kutsal kitaplarından Mahabharata’da yedi kişinin, peşlerinde bir de köpek olduğu halde riyâzet için krallığa ve dünyaya yüz çevirdikleri nakledilmektedir .

Yahudilik’te ise Talmud’da Honi ha-Me‘aggel adlı şahsın yetmiş yıl, Abimelek’in de altmış altı yıl uykudan sonra uyandıkları hikâye edilmektedir

Yedi uyurlarının sayısı Grek-Batı geleneğinde de yedi olarak kabul edilmektedir. Jacques de Sarug’a nisbet edilen ve Süryânîce yazılan vaazda ise bu sayı sekizdir ve isimler Hıristiyan kaynaklarında farklıdır.

Yedi Uyurlar Mağaraları birer Kızıl Elma vazifesi görmüş olabilir

Yedi Uyurlar Mağarası, Hristiyanlık ve İslamiyet inancında önemli bir yere sahiptir ve yedi uyurların kaldığına inanılan mağaradır. Farklı inanışların sahiplendiği efsaneleşen tarihi olayın nerede geçtiği belirsizdir.  33 ayrı ülkede onların yaşandığı iddia edilen mağara bulunmaktadır. Türkiye'de en ünlü 7 uyurlar mağaraları Mersin'in Tarsus, Kahramanmaraş'ın Elbistan ve İzmir'in Efes ilçeside bulunanlardır. Bunun haricinde Anadolu'nun çeşitli illerinde 7 uyurlara atfedilen mağaralar vardır.

7 Uyurlar mağaralarının bulunduğu yerlerin ilginç bir özelliği de; mağaraların, efsaneyi anlatanların yaşadığı sınırların ötesinde olmasıdır. Örneğin efsanenin Hıristiyan versiyonlarında mağaralar Pagan inancının yaygın olduğu yerlerdeyken, İslam versiyonlarında Hıristiyan unsurların yaşadığı bölgelerde olduğu rivayet edilir. Türk versiyonlarında 7 Uyurlar Arap ve Bizans topraklarına taşınırken, Arap versiyonları mağaranın yerini Anadolu'da Hıristiyan topraklarına ve Türklerin hakimiyet bölgelerine taşır... Bu durum, efsanenin, psikolojik bir motivasyon amacıyla akın edilecek topraklara yönelik "Kızıl Elma" olarak kullanıldığına yorumlanır.

Ashâb-ı Kehf ile ilgili kıssa ana hatlarıyla “Efes’in yedi uyurları” adıyla Hıristiyanlık’ta da mevcut olup İmparator II. Theodosius’un saltanatının otuz sekizinci yılında Efes şehrine yakın bir mağarada hiç bozulmamış bazı cesetlerin bulunması olayına dayanmaktadır.

Hıristiyanlık’ta VI. yüzyılın başından itibaren tâzimde bulunulan ve Kuzey Afrikalı hacı Théodose tarafından 530’lara doğru kabirleri ziyaret edilen “Efes’in yedi uyurları” ile ilgili kıssa şöyledir:

Efsanenin Efes versiyonuna göre olaylar şöyle gelişir: 

Çok eski zamanlarda İsa'ya âşık yedi genç bir mağaraya kapanmışlar Mağara'ya:

Yemliha,

Mislina,

Mürselina,

Mernuş,

Tebernuş,

Sazenuş,

Kefeştatayuş'muş

adları,bir de köpekçikleri varmış:

Kıtmir.

Ne yapsınlar ki barınamamışlardı koca şehirde; yıllar geçmiş, bir zamanlar Paulus'un vaazlarına kulak asmayan Efesliler, güçlü hatibin şehre ikinci gelişinde bu Isa dininde bir şeyler var diye düşünmeye başlamışlar. Hem yalnız Paulus değil, Yuhanna da gelmemiş miydi, İsa'nın anası dediği bir kadıncağızı getirip yerleştirmemiş miydi Lysimakhos surlarının ötesinde pınarların yemyeşil çağladığı bir yamaca? Oldum olası tanrı anaları görmüştür Efesliler, şehrin kurucusu Amazon tanrıçaydı, ulu Artemis'ten doğmuştu yeryüzüne ne kadar canlı, ne ka dar bitki varsa. Ama Artemis papazları para babası olmuşlar, habire yığıyorlardı altınları tanrıçanın sütundan bir ormanla çevrili tapınağına, fakir fukarayı hiç sokmuyorlardı içeriye; banka olmuştu orası.

Yoksulların koruyucusu İsa'dan yanaydı bu yedi genç, ama Hıristiyan olduklarını söyleyemiyorlardı açık açık, çünkü devlet denizaşırı göçmüş, Roma denilen şehre yerleşmişti.

Roma'nn zorbası Decius puta tapmayan kim varsa kafasını uçurtuyordu Efes'te.

İsa'ya tapan bu yedi genç de Panayır dağının dibine dek inen bir mağara bulmuşlar, oraya sığınmışlardı. Mağara kapısına Kıtmir'i bekçi dikmişlerdi. Bir gece derin derin uyuyorlarmış ki, Decius'un polisleri gelip mağarayı koca kayalarla örtmüşler. Yedi genç aldırmamışlar karanlığa, uyuyorlarmış nasıl olsa. Aylar, yıllar, yüzyıllar geçmiş, yedi genç uyuyor, Kıtmir de uyuyormuş.

Bir sabah incir ağaçlarının altında keçi lerini otlatan bir çoban mağaranın önündeki kayanın biraz kaydığını görmüş, var gücüyle yaslanmış kayaya, onu biraz oynatmış, derken mağaranın içine bir güneş ışını sızmış. Kıtmir uyanmış, havlamış, Yedi Uyurlar da uyanmışlar ve bakmışlar ki yiyecek bir şey yok. Git, demişler Mernuş'a, fırından bir ekmek al. Eline bir bakır para da vermişler. Mernuş çıkmış, Panayır dağını kıvrılıp Mermer caddeye iniyormuş ki, kaldırımların üstünde haçlar görmüş. Uyku sersemi olduğundan pek aldırmamış, başı öne eğik yürümeye de alışıkmış öteden beri. Pazar yerine gelip dükkâna girince, parayı uzatmış, bir ekmek almış.

Fırıncı parayı elinde evirmiş, çevirmiş, Mernuş'un yüzüne bakmış ve "Hırsız!" diye basmış çığlığı! Koşuşmuşlar, sımsıkı yakalamışlar Mernuş'u: "Kalpazan!", "Nerede basmış bunu?", "Mağaradan geldi", "Hırsız yatağı orası!". Mernuş şaşkına dönmüştü. Neyse ki uyanık bir polis paraya daha yakından bakacak olmuş: "Decius. Ha bildim, devletlu imparatorumuzun dedeslydi, "Yok canım, Theodosius'un dedesi de Theodosius'tu". Bir tartışmadır gitmiş, kavgaya son vermek için almışlar Mernuş'u Yuhanna kilisesine götürmüşler. Oradan başpapazla birlikte mağaraya. İş anlaşılmış, başpapaz da fetvayı vermiş: Bu bir mucizeydi, ama Ruhülkudüs'ü'n yapamayacağı mucize yoktu. O arada İmparator İkinici Theodosius nasıl haber almışsa almış,

Bizans'tan Efes'e koşagelmiş, takdis etmiş Yemliha'yı, Mislina'yı, Mürselina'yı, Mernuş'u, Tebernuş'u, Sazenuş'u ve Kefeştatayuş'u, Kıtmir'i de okşamış. Sonra Efesli yedi gençle sadık köpekleri yine uykuya dalmışlar ve o gün bugün bir daha uyanmamışlar. 

Yedi uyurlar kıssasının gerçek olup olmadığı Batı’da tartışılmıştır.

TDV İslam Ansiklopedesi'nin İsmet Ersöz tarafından kaleme alınan Ashâb-ı Kehf maddesinde olayla ilgili şu bilgiler yer alır:

Yedi uyurlar kıssasının gerçek olup olmadığı Batı’da tartışılmıştır. Olayın tarihîliğine ilk karşı çıkan Baronius’tur (1607). Tillemont ve Honigmann ise Efes’te yedi bozulmamış cesedin bulunmasını tarihî bir gerçek olarak kabul etmektedir (Massignon, Opera Minora, III, 121). Diğer taraftan Hıristiyanlık’taki yedi uyurlar kıssasını ilk defa Süryânîler’in naklettiği, kıssanın ana hedefi olan ölüm sonrası dirilişin IV. yüzyılın ilk yarısından itibaren Süryânîler arasında tartışıldığı göz önünde bulundurularak Hıristiyanlık’taki bu kıssanın Doğu menşeli olduğu da ileri sürülmektedir (ERE, XI, 430).

Ashâb-ı Kehf kıssasının anlatıldığı Kur’ân-ı Kerîm’in on sekizinci sûresine, bu kıssanın önemi dolayısıyla “Kehf” adı verilmiştir. Sûrenin 9-26. âyetlerinde bildirildiğine göre, putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç bu inançlarını açıkça dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, taşlanarak öldürülmekten veya zorla din değiştirmekten kurtulmak için mağaraya sığınmışlardır. Yanlarındaki köpekleriyle birlikte orada derin bir uykuya dalan gençler muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Bu süre Kur’ân-ı Kerîm’de, “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilâve ettiler” şeklinde belirtilmektedir. 300 yıla 9 ilâvesi, şemsî takvimle belirtilen sürenin kamerî takvime göre ifadesi olmalıdır. Müfessirlerden bazıları, bu âyetteki ifadenin meseleyi aralarında tartışan grupların sözü olduğu görüşünü benimsemekte, gerçek süreyi sadece Allah’ın bilebileceğini bildiren âyetin de bunu gösterdiğini söylemektedir.

Mağarada “bir gün kadar” uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birini gümüş bir para vererek yiyecek almak üzere şehre gönderirler. Böylece onların durumuna muttali olanlar Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini anlarlar, mağaranın bulunduğu yere bir mescid yapmaya karar verirler.

Kur’ân-ı Kerîm Ashâb-ı Kehf’in sayısı hakkında ihtilâf olduğunu bildirmekte, köpekleriyle beraber dört veya altı olduklarına dair tahminleri “karanlığa taş atma” diye nitelendirmektedir (el-Kehf 18/22). “Yedi kişiydiler, sekizincisi köpekleri idi” diyenler hakkında aynı ifade kullanılmadığına göre bu görüşün gerçeğe daha yakın olduğu düşünülmüşse de onların sayısını Allah’ın bileceğini belirten âyet-i kerîme, bu konuda fikir yürütmenin bir sonuç vermeyeceğini ortaya koymaktadır.

Kur’an’da mağaranın yeri bildirilmemekte, ancak konumunun kuzey-güney istikametinde olduğu belirtilmektedir (el-Kehf 18/17). Olayın ne zaman vuku bulduğu ve gençlerin adları hakkında da bilgi verilmemektedir. Hadis kaynaklarında zikredilmeyen Ashâb-ı Kehf kıssası, tarih ve tefsir kitaplarında çeşitli rivayetler şeklinde geniş olarak nakledilmekte olup bu rivayetler ana hatlarıyla hıristiyan kaynaklarındaki tasvirlere uymaktadır. Ashâb-ı Kehf’in isimleri ise dokuz kişi olarak, fakat hıristiyan kaynaklarında olduğu gibi farklı şekilde nakledilmekte (bk. Taberî, Tefsîr, XV, 133, 146) köpeklerine de “kıtmîr” adı verilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Ashâb-ı Kehf ile birlikte anılan rakım hakkında kaynaklarda birbirinden farklı görüşler yer almaktadır. Bunun Ashâb-ı Kehf’in içinde bulunduğu vadinin veya dağın yahut memleketlerinin, hatta köpeklerinin adı olduğunu iddia edenlerin yanında, onların adlarının veya maceralarının yazıldığı bir kitâbe, bakır veya kurşun bir levha olduğunu söyleyenler de vardır. Buhârî de (“Enbiyâǿ”, 52) rakımin kitâbe olduğunu söyler. Bazı tarihçilere ve el-Müsned’deki bir rivayete (IV, 274) göre Ashâbü’r-rakım, Ashâb-ı Kehf’ten başka kimselerdir. Nakledildiğine göre bunlar yağmurlu bir günde bir mağaraya sığınmak zorunda kalan üç kişiydiler. Dağdan yuvarlanan bir kaya mağaranın ağzını kapayınca, hayatları boyunca yaptıkları en değerli birer iyiliği anarak bu sıkıntıdan kurtulmaları için Allah’a dua ettiler. Allah da dualarını kabul ederek onları kurtardı. Arap coğrafyacılarına göre ise rakım bir yer adıdır.

Ashâb-ı Kehf’in Hz. Îsâ’dan önce mi yoksa sonra mı yaşadığı, dolayısıyla hangi dine mensup olduğu konusunda da bir açıklık yoktur. Kehf sûresinin nüzûl sebebi ile ilgili rivayete göre, Medine yahudileri, Kureyş müşrikleri tarafından akıl danışmak üzere kendilerine gönderilen Nadr b. Hâris ile Ukbe b. Muayt’a, üç şeyi Peygamber’e sormalarını tavsiye ederler; eğer bilirse gerçek peygamber olduğunu, aksi halde peygamber olmadığını söylerler. Medine yahudilerinin Peygamber’e sorulmasını istedikleri ilk soru Ashâb-ı Kehf’le ilgilidir. Bu sebeple onların Hz. Îsâ’dan önce yaşadıkları ileri sürülmüştür. Nitekim Ebü’l-Hasan el-Mâverdî bu gençlerin Hz. Îsâ’dan önce yaşadıklarını söylemektedir (AǾlâmü’n-nübüvve, s. 36). Diğer taraftan rakım kelimesinin etimolojisinin de gösterdiği üzere genel olarak bu kelime “yazılı belgeler” anlamına geldiğine göre Kur’an’daki “Ashâbü’l-Kehf ve’r-rakım”i, yazdıklarını mağaralarda muhafaza eden Essenîler veya onların öncüleri olarak anlamak da mümkündür. Çünkü Kur’an’da (el-Kehf 18/21), onların bulundukları yere bir mescid yapıldığı ifade edilmekte, Essenîler de kendi mâbedlerine “mescid” demektedirler (Revue Biblique, s. 234). Kur’ân-ı Kerîm ise hıristiyan kiliselerini ve yahudi sinagoglarını ifade için mescid kelimesini kullanmamakta, onları “savâmi‘”, “biya‘” ve “salevât” olarak zikretmektedir (el-Hac 22/40).

Ayrıca Ashâb-ı Kehf kıssasında yiyeceklerle ilgili olarak kullanılan “ezkâ” (أزكى) kelimesi (el-Kehf 18/19) müfessirlere göre “helâl” anlamındadır. Essenîler’in helâl ve haram konusunda çok titiz oldukları, Tevrat’ın yiyeceklerle ilgili hükümlerine sıkı sıkıya bağlı bulundukları kaynaklarda belirtilmektedir. Halbuki Hıristiyanlığa göre “ağızdan giren değil ağızdan çıkan pistir”. St. Paul’e göre ise “çarşıda satılan her şey yenebilir” (I. Korintoslular’a, 10/25). Bütün bunlar, Kur’ân-ı Kerîm’de kıssaları anlatılan “Ashâbü’l-Kehf ve’r-rakım”in Hıristiyanlık öncesi dönemde yaşadıklarını düşündürmektedir.

Kıssanın geçtiği yerle ilgili olarak da çeşitli rivayetler mevcuttur. İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan ve Doğu Türkistan’da Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu ileri sürülen mağaralar vardır. Anadolu’da ise Efes, Tarsus ve Efsûs (Arabissos, Afşin) olmak üzere üç yer gösterilmektedir. Muhammed Teysîr Zabyân, Ehlü’l-Kehf adlı kitabında Ashâb-ı Kehf’in Ürdün’de Amman yakınlarındaki bir mağarada bulunduğunun burada yapılan kazılarla kesinlik kazandığını ve birçok ilim adamının da aynı kanaatte olduğunu çeşitli vesikalarla ispata çalışmaktadır. Ancak Fahreddin er-Râzî’nin dediği gibi, Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı zaman ve mekân hakkında bir nas bulunmadığına göre bunu kesin olarak bilmek mümkün değildir. Zaten Kur’ân-ı Kerîm’in takip ettiği metot gereği bu ve benzeri kıssalarda, verilmek istenen mesajı ikinci plana itecek ve kıssanın asıl gayesini gölgeleyecek ayrıntı türünden bilgilere yer verilmemiştir. Mağaradakilerin kaç kişi oldukları, ne zaman ve nerede yaşadıkları ve kaç yıl uykuda kaldıkları gibi alınacak ders bakımından önemli olmayan bilgilerden ziyade üzerinde düşünülmesi, ibret alınması gereken hususlar ön plana çıkarılmıştır. Yahudilik’te ve Hıristiyanlık’ta da var olduğu ve Kur’ân-ı Kerîm’de özlü olarak tekrarlandığı anlaşılan Ashâb-ı Kehf kıssasıyla müminlere verilmek istenen mesaj, ana hatlarıyla, iman-küfür mücadelesinin öteden beri hep var olduğu, inananların her devirde zulme uğramalarına rağmen bâtılın hakka asla galebe çalamadığı, samimiyetle iman edip inançlarının gereğini yaşayanları Allah’ın mutlaka başarıya ulaştırdığı ve nihayet her şeyi yoktan var eden Allah’ın insanları yeniden diriltmeye muktedir bulunduğudur.