Anasayfa / Kütüphane / Kitap

Rahip Edwin John Davis'in gözünden bir zamanlar ANADOLU'da

19. yüzyılın son çeyreğinde Anadolu'dan manzaralar sunan İngiliz Edwin John Davis'in Anatolica, (Anadolu, XIX. yüzyılda Karya, Frigya, Likya ve Pisidya Antik Kentlerine Yapılan Bir Gezinin Öyküsü) adlı kitabı tarihçi, arkeolog ve seyahatseverlerin dışında siyaset ve sosyoloji ile ilgilenenler için de ilginç veriler içeriyor.

 

16 Nisan 1872'de İngiliz okulundaki rahiplik görevini bırakarak Mısır'ın İskenderiye kentinden bir gemiyle ayrılarak Anadolu'ya geçen İngiliz Edwin John Davis'in hayallerini, 1832 yılında İzmir'e yerleştikten sonra Osmanlı Topraklarında keşfe çıkan arkeolog Sir Charles Fellows'un  kitabında anlattığı fantastik mekanları görebilmek süslüyordu. 

Sir Charles Fellows'tan önce Batılılar tarafından bilinmeyen Lidya, Misya, Bithynia, Frigya, Pisidia, Pamfilya, Likya, Karya'yı görmek için her zorluğu göz almıştı.

23 Nisan'da İzmir'e gelerek tranle Aydın'a geçen yazar, ertesi gün at sırtında Aydın'dan Denizli'ye gitti. Denizli'den Antalya'ya inen yazar aynı güzergahtan İzmir'e döndükten sonra 25 Mayıs'ta istanbul'a doğru yola çıktı.

Edwin John Davis zorlu şartlar altında yaklaşık bir ay süren seyahati sırasında Batı Anadolu'nun pek çok antik yerleşimi ziyaret etmişti. Kitap arkeoloji, tarih ve gezi yazıları sevenler açısından bu yönüyle önemli. Çünkü yazar gezdiği antik kentlerin o günkü durumunu yansıtırken, henüz yok olmamaış yerinde duran yazıtları belgeliyor ve Türkiye coğrafyasına dair bilgiler aktarıyor. Daha sonra adı değiştirilen pek çok yerin o dönemdeki adının belgelenmesi açısında da eser önemli bir belge niteliğinde.

Öte yandan yazar aynı zamanda o günün Osmanlı toplum yaşantısı ve devlet düzenine dair ilginç gözlemler aktarıyor ki bu da eseri siyasi ve sosyolojik açıdan önemli kılıyor. Tabi okurken eserin redaktörü olan Erkan Ildız'ın "yazarın bir rahip ve üstelik "19'uncu yüzyılda 'Üstünde Güneş Batmayan' bir imparatorluğun mensubu olduğunu, Anadolu'ya bir sömürgeci gözüyle baktığını" da ihmal etmemek gerekiyor.

"Anadolu" (Anatolica) XIX.yüzyılda Karya, Frigya, Likya ve Pisidya Antik Kentlerine Yapılan Bir Gezinin Öyküsü adlı eser Türkçe'ye Funda Yılmaz tarafından çevrilerek, Arkeoloji ve Sanat Yayınları'nca neşredildi. 2006 yılında basılan ve ilk baskıları kısa sürede biten eserin yeni baskısı yapıldı.

İşte kitaptan tadımlık, ilginç bir kaç pasaj:

Hacılar ve köleleri

* "Güverte'de Mekke'den dönen bir kaç hacı da vardı ve bunlardan bazıları, mIsır üzerinden dönerken zenci kadın ve erkek köleler almışlardı. Bu durumun telgrafla İstanbul'a bildirildiği, oraya varınca polisin onları tutuklamak ve yasa dışı alışverişten mahrum etmek üzere bekliyor olacakları daha İzmir'deyken bana söylenmişti. Gerçekten de Mayıs sonunda İstanbul'a vardığımda 20 kadar zenci kadın köle, polsi yetkilileri tarafından gemimizden alınıp götürüldü. Bu uygulamanın köklelerin şahsi durumunu iyileştirip iyileştirmediği pek şüphelidir; belki de bu dururm onlar için sadece bir sahip değiştirmeydi. Çünkü köle ticareti, genellikle İmparatorluğun her yerinde yasal ve tüm kısıtlayıcı bağlardan kurtulmuş olarak kusursuz bir şekilde etkinken, bu ticareti engellemek için sadece bir kaç limanda  ara sıra yapılan birkaç girişimden fazla bir şey beklenemezdi."

Sakız Adası'nın zengin Rumları 

* "Sakız Adası'na gece geç vakitte ulaştık. Kıyıdaki ışıklar dışında hiçbir şey görünmüyordu. Yolcuların çoğu burada indi; Çünkü Sakız Adası Mısır'da yaşayan Yunanlıların gözdesiydi. İskenderiye'nin önde gelen birçok Yunan tüccarı da buranın yerlisiydi. Gece yarısı civarıda Odesa'ya gönderilecek meyve varilleriyle birlikte ki bunlar limon ve portakal yüklü varillerdi, limana bir sürü ışık geldi, güverte kısa zamanda türlü türlü el örgüsü çorap, şekerleme ve sakız satıcı ile doldu"

Torbalı'daki antik kalıntı ve yörük çobanları

* "Torbalı'da vagonumuza demiryollarına görevli bir İngiliz geldi. (...) Buralarda antik eser bulunup bulunmadığını sorduk. Torbalı yakınlarında tünel açma işlemleri sırasında, yerin bir kaç karış altında, üzerinde mükemmel bir şekilde korumuş, Hellence uzun bir yazıt olan güzel bir giriş kapısı ile büyük bir bina bulunduğunu fakat yazıtın daha iyi olup olmadığı hakkında bir şey söyleyemeyeceğini anlattı. Bu biza İzmir ile Efes arasında kurulmuş bir han veya karakol olabilirdi. Her tarafta Yörük çobanların inek, koyun ve keçilerden oluşan büyük sürüleri vardı. Bu insanlar, bahar aylarında taze otlaklar bulmak için ovalara iner, yağmur mevsimlerinde ise alçak bölgelerden yüksek bölgelere çekilmek zorunda kalırdı. Çünkü nehirlerin taşması sonucu tüm ovalar bataklığa dönerdi"

 Ayasuluk'taki Türk köyü

* "Tren Ayasuluk'a öğle vakti vardı. İstasyondaki lokanta bir İngiliz tarafından işletiliyordu.Ondan atları ve bir kılavuzu ayarladıktan sonra harabeleri keşfe çıktık. Ayasuluk'taki Türk köyü, Efes Tepesini (Panayır Tepesi) andıran fakat daha alçak kayalık bir tepenin eteklerine kurulmuştu. Binalar, tümü Efes'ten getilmiş malzemelerle yapılmış gibiydi ve Selçuklu yönetimi altında (1300 civarında) ülkenin önemli yerlerinden biri haline gelmişti"  

Osmanlıların hayvan sevgisi ve leylekler 

* Osmanlıların (Araplardan farklı olarak) hayvanlara karşı sevgi ve şefkatleri, karakterlerinin çok hoş bir özelliğiydi. Bir gezgin bu insanların arasındayken, Mısır'da sıkça rastlanan ve insanın nefret duygularını kamçılayan şok edici sahnelere şahit olmazdı. Olasıkla tüm hayvanlar arasına Osmanlıların gözdesi leyleklerdi. Leyleklerin ecilliği oldukça dikkat çekiciydi. Her fırsatta bu kuşlara 20 adım kadar yaklaşıyordum ve hiçbir korku belirtisi göstermiyorlardı. Sadece son derece yavaş ve azamrtli bir edayla bir kaç adım yürüyor ve dönüp bana bakıyorlardı"

Türk Köylülerinin hali

* İşte tüm bu anlattıklarım Anadolu'daki Türk köylüsünün yaşayış biçimiydi. Bir insan için az ile yetinerek yaşamak çok zordur.  En büyük tüketicisi köylüler olan tütün bile, şimdi Tütün Tekeli  yüzünden çok pahalıydı. Yine de, tüm var olan veya olası sıkıntılara rağmen, en azından iklim mükemmeldi.  Yılın büyük bölümünde bu topraklarda yaşamak bile her şeye değerdi. Bununla birlikte çok daha iyi şeylere layık olan bu köylülerin durumu üzücüydü.   

İçinde para var mı diye parçalanan heykeller

* (Horzum'da) Antik heykellerin içinde gerçekten para bulunup bulunmadığını sordular. Onları, bu antik kentlerde bulunlanabilecek her şeyin değerli olduğuna, antik heykelerin içinde para bulunabileceği düşüncesinin ise saçma olduğuna ikna ettim. Antik bir heykelin, içinin sikkelerle dolu olduğunu sananbazı köylüler tarafından bulunduğunu fakat köylülerin heykeli parçaladıkları ve hiçbir şey bulamadıkları söylendi bana. 'Eğer kırılmamış olsaydı, heykelin kendisinin çok değerli olabileceğini fakat kırılınca artık sadece değersiz bir taş parçası haline geldiğini anlattım.

Yolculara koruma belgesi satan çete

  * Bir kaç yıl önce tüm Bithynia bölgesi, bir Rum olan Lefteri'nin çetesi tarafından haraca kesilmişti. Bu çete 400 kadar adamdan oluşuyordu ve kendilerine o kadar güveniyorlardı ki, Bursa'da yolculara ve tüccarlara koruma belgesi satmak için bir ofis bile açmışlardı. Alınacak ücret ise başvuranların toplumsal durumlarına göre düzenleniyordu. Lefteri ayrıca cömert bir hırsızdı. O ve arkadaşları, bol para harcadıkları köylerde konuk gibi karşılanırdı. Türk birliklerinden ise aksine korkulur ve nefret edilirdi, çünkü disiplinleri bozuktu ve halka kötü davranırlardı. Eşkiyalık yaşamının sonuna doğru Lefteri tüm bunlardan sıkılmıştı. Sultan Cuma namazına giderken önüne çıkıp, yaşamının ve haksız kazançlarının güvenceye alınması karşılığında Osmanlı topraklarından ayrılacağını ve Yunanistan'a gideceğini söyleme fırsatı yakaladı; fakat Türk otoriteler onun bu isteğini reddettiler ve bir süre sonra da öldürüldü. Daha sonraları İzmir yakınlarında öldürülen Manouli de Lefteri'nin adamıydı fakat zalimliği yüzünden Lefteri onu kovmak zorunda kalmıştı"

 Finansal çöküş tehlikesi

* “Fakat Osmanlıları tehdit eden tehlikelerin içinde belki de en büyüğü, dış düşmanlardan ve içteki ihanetlerden bile daha kötü olanı finansal çöküş tehlikesidir. Borç üstüne borç alma süreci kesilmedikçe veya ülkenin kaynakları geliştirilmedikçe bu durum imparatorluğu çöküşün eşeğine getirecektir. Fakat Türkiye’nin geniş doğal kaynaklarını geliştirmek için Avrupa’nın ustalığı ve sermayesine gereksinim vardır. Böylesi bir girişim Osmanlıların çabaları ile asla olanaklı olamaz ve ne yazık ki yabancıların Türkiye’de endüstriyel yatırımlara girişmek konusunda cesaretleri yok gibidir. Avrupalılar tarafından madencilik ve tarım alanında birçok girişim gerçekleşmiş fakat sonuç hemen hemen istisnasız bir fiyasko ve para kaybı olmuştur. Bu yatırımcılara İstanbul’da her çeşit olanak ve ayrıcalıklar verilmiştir fakat taşrada veya vilayetlerdeki gizli muhalefetten, yönetimin cehaletinden, gücü yokluğundan veya diğer nedenlerden projeler, kaçınılmaz şekilde fiyasko ile sonuçlanmıştır.”

 

Kıbrıslı Rum ve Türk köylülerinin farkı

 

* “Kıbrıs’ta Rumlar topraklarına büyük bir güçle sarılır. Rum köylüler topraklarını satacaklarına aşırı sıkıntılara katlanmayı göz alır. Oysa Osmanlılar mallarından kolaylıkla ayrılabilir ve anavatana göç edebilirler. Bu durumun örnekleri Kıbrıs’taki kıtlığın neden olduğu açlık sırasında yaygın olarak görülmüştür. 

 

Anadolu’daki insanların güzelliği

 

*. “Sorunun aslı ne olursa olsun Anadolu’daki Türk ırkı soylu bir yapıya sahiptir. Elmalı’daki ve genelde Anadolu’daki insanlardan daha hoş ve güzelini görmemiştim. Aslında olasılıkla hastalıklı ve zayıf olanlar ölmekte, sadece güçlüler yaşamda kalmaktadır.” 

 

Türklerin vatanseverliği

 

* Türkler bizim vatanseverlik dediğimiz şeye de pek sahipmiş gibi görünmüyordu. Eğer onlarda bu duyguya benzer bir şeyler var ise bu, El İslam’a ve hepsinin üstünde onun temsilcisi olan padişaha bağlılıktır. Ve reaya bir vatandaş değil de lütfen üyesi bulunduğu bir imparatorlukta neye ilgi duyabilir? İmparatorluğun bu özel durumu onu, yabancı güçlerin hiç de adilce olmayan şekilde, etkisi altına girme konusunda daimi bir tehlikeyle karşı karşıya bırakacaktır. İmparatorluğun nüfusu çok fazla bölünmüş ve birbirleriyle uyum içinde olmayan uluslardan ibarettir ve yönetici sınıf yakın zamana değin bu uluslara uzlaştırmak için hiç bir çaba göstermemiştir. 

Yazar hakkında

1826 veya 1827 yılında doğan ve 1901'de ölen Edwin John Davis'in Türklerle ilgili 3 eser kaleme aldı. Diğer iki eserinden ilki 1987 yılında yayınlanan "Osmanlı Atasözleri ve ilginç sözler" adlı eseri aslında Ahmet Mithat Efendi'nin 1871'de İstanbul'da yayınlanan Muntahabat-ı Durub-i Amsal adlı eserinin bir çevirisiydi.  Diğer eseri Orijinali “Life in Asiatic Turkey a Journal of Travel in Cilicia (Pedias and Trochoea), İsauria and Parts of Lycaonia and Cappadocia” adını taşıyan "Asyatik Türkiye'de Yaşam. Kilikya (Pedias ve Trachoea), İsauria, Lycaonia ve Kapadokya Bölgelerinde Bir Seyahat Günlüğü"dür. Bu eseri Londra’da, Edward Stanford yayınevi tarafından, 1879’da yayınlandı. Yazar, bu eserinde arka­daşları M. Ancketil ve Dr. Neroutsos ile birlikte, 11 Nisan 1875 Adana'dan başladığı, Port Said, Yafa, Sayda, Trablus ve İskenderun üzerinden Mersin’e vardığı, Adana ve Osmaniye üzerinden Maraş’a geçerek Davis, Kozan ve Adana yolunu izleyerek Gülek Boğazı, Po­zantı, Ulukışla, Ereğli ve Karaman’a ulaştktan sonra Mut, Ermenek ve Hadim’i görüp, Karaman’a dönüşünden sorna. Bolkar Dağları’nı aşarak Mersin ve Adana üzerinden tekrar İskenderiye’ye döndüğü seyahati anlatır.

Eserle ilgili teknik bilgiler ve sipariş şartlarına bu linki kullanarak ulaşabilirsiniz: