Anasayfa / Kütüphane / Sözlük

Aksaray şehri Tarihçesi

Aksaray şehri Tarihçesi

 

M.Ö. 7000-6000 yıllarında Neolitik devirde Anadolu medeniyetinin ilk izlerini gördüğümüz Konya yakınlarındaki Çatal höyükte Hasandağı’na dolayısıyla Aksaray’a ait vesikalara rastlanmaktadır. Burada Hasandağının lav püskürttüğünü tasvir eden bir kazıntı resme rastlanmıştır. Neolitik dönemde Aksaray ve çevresi iskân görmüştür. Kalkolitik ve eski demir devirlerinde iskan olup olmadığı bilinmemekle birlikte çevre köylerde (Böget ve Koçaş) bu döneme ait seramiklere rastlanmaktadır.

M.Ö. 3000-2000 yıllarında Anadolu’da Hatti kavmi yaşamıştır. Bu dönemde Asurlu Tacirler burada ticaret yapmışlardır. Aksaray’ın ilk ve Orta Tunç devirlerindeki durumunu Acemhöyük ören yerlerindeki yapılan kazılardan ve müze müdürlüğünün satın almış olduğu eski eserlerden öğrenmekteyiz. Bu dönemde Asurlu tüccarlar Mezopotamya’dan gelerek şehirlerin banliyölerinde ticaret merkezi kurmaya başlamışlardır. Asurlu tüccarlar yazıyı biliyorlardı. Pişirilmiş çamur üzerine yazılmış metinler, çamurun pekiştirilmesi suretiyle yapıştırılıyordu. Höyük. M.Ö. 3000’den itibaren iskan edilmiştir. Acemhöyük’ ün en parlak devirleri M.Ö.2000 yılının ilk yarısına isabet etmektedir.

Koloni dönemlerinin sonlarına doğru, M.Ö. 1700 yıllarında Kafkaslardan gelen, küçük şehir devletleri kuran ve Anadolu’da, askeri bir devlet halinde bir kavmin varlığını görüyoruz. Hint-Avrupalı olan bu kavmin Anadolu’da siyasi iktidarı ele geçirerek kurduğu devlet, eski Hitit Devletidir. Aksaray’da Hititlere ait eserler bulunmamakla beraber mağlup memleketler arasında Aksaray’ın da adı geçmektedir.

Orta Anadolu’da MÖ.13.yy. sonlarına kadar devam eden Hitit egemenliği M.Ö. 2.yy.da batıdan (Trakya) gelen ve deniz kavimleri olarak bilinen kavimlerin en güçlüsüdür.

Yanardağ küllerinin sıkışmasından oluşan tüf tabakalarının çok kolay kazılabilme özelliği nedeniyle bölgemize çok sayıda yeraltı şehri, dik yamaçlara kaya içinde yerleşme birimleri yapılmıştır. 7.yy. sonlarından itibaren Müslüman Arapların Anadolu üzerinden İstanbul’a yaptıkları seferler nedeni ile bölgeye sığınan Hıristiyanların sayısı çok artmış, Ihlara, Gelveri ve Göreme gibi yerleşim birimleri oluşmuştur.

Aksaray, 1142 tarihinde Selçuklular tarafından zapt edilmiş ve 1470 yıllarındaki Osmanlı hâkimiyetine kadar İlhanlı, Danişmentli, Karamanoğulları egemenliğinde kalmıştır.1470 yıllarında Aksaray’ı ele geçiren İshak Paşa tarafından, Fatih Sultan Mehmet’in emri ile halkın bir bölümü İstanbul’a nakledilmiştir.

Aksaray geçmişten günümüze Hitit, Pers, Hellenistik Dönem (Büyük İskender), Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı egemenliklerinde kalmıştır. Cumhuriyet dönemine kadar Konya’ya bağlı bir sancak olan Aksaray 1920 yılında vilayet olmuş, 1933 yılında vilayetliği lağvedilerek Niğde'ye ilçe olarak bağlanmıştır. 15 Haziran 1989 yılında yeniden vilayet olmuştur.

Aksaray’ın adının ilk olarak eski Hitit metinlerinde geçen “Nenessa (Nenossos) olduğu sanılmaktadır. M.Ö. 1. bin yılda Kral Kiakki döneminde Şinakhatum - Şinukhtu olarak anılan Aksaray, Hellenistik dönemde Kapadokya Krallığına bağlanmış ve Garsaura olan ismi Arkhelais olmuştur. Selçuklular döneminde de II. Kılıçarslan tarafından Arkhelais olan adı Aksaray olarak değiştirilmiş ve ikinci başkent durumuna gelmiştir. Şehre kötü insanların alınmamasından dolayı iyi insanların yaşadığı yer anlamına gelen "Şehr-i Süleha" olarak anılmıştır.

Neolitik Çağ

İç Anadolu yaylasında 980 m. yükseklikteki verimli Aksaray ovası, Melendiz Çayının (Aksu) suladığı volkanik yapılı bir arazide uzanır. Ova Melendiz, Büyük ve Küçük Hasandağı dizileri tarafından çevrilmiştir.

Hasandağı’nın zaman, zaman püskürtmeleri sonucu bazalt, andezit ve özellikle tüf gibi kayalar yörenin doğal görünümüne büyüleyici bir nitelik kazandırdığı gibi, eski kültürlerin yaşamlarında da önemli yapı taşı rolünü oynamışlardır.

Bütün bölgeyi kaplayan arazide oluşan peri bacaları, kayalar içindeki mağaralar, iskan kovukları Melendiz’in Kozdağı kanyonlarında kayalara oyulmuş kiliseler bunun birer kanıtını oluşturmaktadır.

Aksaray yöresinde büyük olasılıkla insanlar paleolitik çağdan “Yontmataş/Eskitaş” yaklaşık yüzbinyıl öncesinden itibaren yaşamışlardır. Buna ait bazı belirtileri Güzelyurt çevresinden toplanan “Mousterien” ve”Aurignacien” karakterde yontma taştan obsidyen aletler oluşturmaktadır.

Buzul çağının sert iklim koşullarında yaşamak zorunda kalan bu insanlara, bölgenin doğal kaya kovuklarını elverişli birer barınak teşkil etmiş olmalıdır. Buzul Çağının sonlarında Aksaray çevresinin önemli bir kısmı büyük bir pulivial (yağmur) gölle kaplanmış olduğu bilinmektedir. On iki bin yıl önceleri başlayan iklim değişiklikleri İç Anadolu yağmur göllerinin kurumasına yol açmıştır. Aksaray ovasının oluşması da bu dönemde başlamıştır.

Halosen başlarında, yaklaşık günümüzden 10 000 M.Ö. VIII. bin yıllarında insan topluluklarının ilk kez bir yere sürekli olarak yerleşip, ilk köyleri kurdukları, ilk kez tarıma başladıkları, ilk olarak hayvanları evcilleştirmeyi başardıkları insanlık tarihinde son derece önemli bir dönemdir. Neolitik Çağ kültürleri başlıca iki ana evreye ayrılmaktadır. Bunlar “Akeramik Neolitik (Çanak Çömleksiz Neolitik) ve “Keramikli Neolitik” (Çanak Çömlekli Neolitik) kültürler biçiminde tanımlanmaktadır. Aksaray İlinde Neolitik Çağ kültürlerine ait yerleşim yerlerini saptamak için en geniş kapsamlı araştırmalar 1964-65 yıllarında Ian Todd tarafından yapılmıştır. Daha sonra İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Japonya Orta Doğu Kültür merkezi ekiplerince bu bölgede arkeolojik yüzey araştırmaları yapılmış ve gerek Çanak Çömleksiz Neolitik’e, gerekse Çanak Çömlekli Neolitik’e ait çok sayıda höyük ve düz yerleşme yeri bulunmuştur. M.Ö. 7000-6000 yıllarında Neolitik devirde Anadolu medeniyetinin önemli merkezlerinden birisi olan Konya yakınlarındaki Çatal höyükte yapılan kazılarda Hasandağı’na dolayısıyla Aksaray’a ait vesikalara rastlanmaktadır. Burada Hasandağı’nın lav püskürttüğünü tasvir eden duvara boyanmış bir duvar resmi bulunmuştur.

Aksaray İlinde Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürleri temsil edebilecek yerler; Acıyer, Aşıklıhöyük, Çakılbaşı, Nenezi, Musular, Yellibelen Mevkii, Sırçan Tepe, İnin önü olarak gösterilebilir. Ayrıca aynı evreye ait çok sayıda obsidyen atölyesi (işliği) bulunmaktadır. Bu atölyelerde alet ve silah yapımında kullanılan obsidyen kaynağından çıkarıldıktan sonra, çoğu kez yarı işlenmiş ürün haline getirilmiştir. Bu yarı işlenmiş obsidyenlerin, daha sonra değiş-tokuşa dayalı bir ticaret kapsamında yalnızca çevredeki yerleşmelere değil, aynı zamanda çok uzak mesafelere, Ürdün’deki Eriha yerleşmesine kadar gönderilmiş olduğu bilinmektedir. İlimizde Çanak Çömleksiz Neolitik kültürün temsilcisi 1989 yılından bu yana kazılan Aşıklı Höyük’tür.1996 yılında kazılmaya başlanan Musular yerleşmesi, Aşıklı Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürünün son dönemini yansıtmaktadır. Aksarayda Ihlara Vadi yerleşiminin bir uzantısı olan Aşıklıhöyükte yapılan arkeolojik çalışmalar Kapadokya Bölgesinin kerpiçten yapılmış ilk mahallelerini ortaya çıkarmıştır. Yerleşik yaşamın en güzel ve en karmaşık mimari örnekleri olan bu evlerin duvar ve tabanlarında sarı, pembe kil duvar sıvaları kullanılmıştır. Ölülerini evlerinin tabanlarına hocker tarzında, yani dizleri karınlarına çekik olarak gömmüşlerdir.
Aşıklıhöyükte araştırma yapan Prof. Ufuk Esin’e göre yerleşim yerindeki mahallelerin sıklığı, yapıların çokluğu Akeramik Neolitik evre için sanıldığından daha yoğun bir nüfusun varlığını göstermektedir. Höyükte ele geçen yüzbine yakın obsidiyenden yapılmış çeşitli aletlerin Anadolu da benzerleri yoktur. Taştan çok iyi bir şekilde işlenmiş yassı baltalar, kemikten bızlar, keskiler, bakır, akik ve çeşitli taşlardan yapılmış süs eşyalarının yanı sıra az pişmiş kilden figürünler de ele geçmiştir. Aşıklıhöyük araştırmacıları, bu höyükte ele geçen bir iskelete dayanarak dünyada bilinen en eski beyin ameliyatının (trepanasyon) 20-25 yaşlarındaki bir kadına uygulandığını belirtmektedirler.
 

Kalkolitik Çağ

Akeramik ve Neolitik çağı takip eden tarih öncesi kültür dönemlerinden ilki Kalkolitik Çağdır. Kalkolitik Çağ, özellikle bakır madeninin, alet, silah, araç gereç yapımında gitgide çoğalan oranda kullanılması ile tanımlanabilir. Yaklaşık 5900-3200 yılları arasını kapsayan bu dönemde ayrıca, sabanın kullanılmasıyla tarımsal ürünlerde eskiye oranla üretim artmış, evcil hayvan sayısı çoğalmıştır. Artan nüfusla birlikte yerleşmelerin sayısı da artmıştır.Köyler gitgide büyüyerek kasabalara dönüşmüş, çanak çömlek yapımı ileri bir safhaya ulaşmış, estetik ve sanatsal yönden oldukça ileri bir düzeye çıkmıştır.

Aksaray’da yapılan kazı ve yüzey araştırmaları ile Kalkolitik çağda yaşamın kesintisiz olarak devam ettiği saptanmıştır. Apsarı (Çatalsu) köyündeki Güvercinkayası höyüğünde M.Ö. 5200-4800, İstanbul Üniversitesi ve Aksaray Müzesi ile birlikte yapılan kazılarda bu dönem özelliklerini yansıtan mimari ve küçük buluntular, Aksaraydaki Kalkolitik yaşam hakkında önemli sayılacak bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır. Kendine has çanak çömleği ile Güzelyurt (Gelveri) Yüksek Kilise kalkolitik dönemde bölgemiz ve diğer bölgelere etkisi bakımından çok önemli bir yerleşme olarak bilim alemindeki yerini almıştır. Bu iki yerleşme dışında yörede yapılan yüzey araştırmalarında çok sayıda höyükte kalkolitik Çağ karakteristiğini yansıtan buluntulara rastlanılmıştır.
 

Eski Tunç Çağı

M.Ö. IV. binin sonu ve III. binin başlarında Anadoluda bakır ve kalay karıştırılarak tunçun elde edilmesi, bunun silah yapımında kullanılmasıyla Anadolu insanı "Tunç Çağı"na girmiştir. İnsanoğlu çok önemli bu alaşımla silah, kap-kacak ve süs eşyaları üretmeyi başarmış; bakır, altın, gümüş gibi asıl ve asıl olmayan madenleri de dövme tekniği ile işleyerek, dinsel amaçlı veya günlük ihtiyaçlarına cevap veren objeler üretmiştir.

Aksaray İli Yeşilova Kasabasındaki ve 1962 yılından bu yana arkeolojik kazıları yapılan Acemhöyük Örenyerinden çıkarılan Eski Tunç Çağı buluntuları bugün Niğde ve Aksaray Müzelerinde sergilenmektedir. Bugüne kadar yapılan kazılar Acemhöyük’ün M.Ö III. bin yani Eski Tunç Çağı yerleşimlerinde konutların dikdörtgen ya da yamuk planlı kerpiç yapılardan oluştuğunu göstermiştir. Bu dönemde ölüler yerleşim yeri dışındaki mezarlıklara, toprak ve küp mezarlara gömülmüştür. Ölülerin yanına yüzük, bilezik, küpe, kolye gibi süs eşyaları ve bazı kaplar hediye olarak bırakılmıştır. Bunların yanında taş, kemik ve çeşitli metallerden yapılmış takılar, silahlar ve günlük işlerde kullanılan eşyalar ele geçirilmiştir.

Bilim adamlarınca yapılan yüzey araştırmalarında İlimizde bulunan höyüklerden toplanan çok sayıda Eski Tunç Çağı malzemesi ile vatandaşlarca bulunarak Aksaray Müzesine getirilen Eski Tunç Çağına ait buluntularda Aksarayda bu dönem içerisinde yoğun ve kesintisiz olarak yaşandığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
 

Asur Ticaret Kolonileri Devri

M.Ö. 2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamyada yaşayan Assurlu tacirler Anadoluda ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır.

Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiçbir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar.

Assurlu tacirler sayesinde Anadolu’da ilk defa yazı görülür. ‘Kapadokya Tabletleri’ olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol geçiş parası verdikleri, borçlu olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir.

Assurlu tacirler yazıdan başka silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadoluya getirmişlerdir. Böylece Anadolunun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek, Hitit sanatının temelini oluşturmuştur.
Bu ticaretin merkezi ve yazılı belgelerin en fazla bulunduğu yer Kayseri’deki Kültepe, Kaniş-Karum’dur (Karum: Ticaretin yapıldığı Pazaryeri). Belgelerde adı geçen ve Karumlardan birisi de Puruşhanda olarak bilinen Yeşilova Kasabasındaki Acemhöyüktür. Acemhöyükte (Puruşhanda) Prof. Dr. Nimet Özgüç başkanlığında bir heyet tarafından yapılan arkeolojik kazılarda, buranın Anadolunun M.Ö. II. bin başlarında Asurlu tüccarlar tarafından kurulan en önemli Karumlardan (pazaryeri) birisi olduğu anlaşılmıştır. Kazılarda ortaya çıkarılan iki adet yanmış saraydan elde edilen önemli arkeolojik buluntuların büyük bir bölümü Aksaray, Ankara ve Niğde müzelerindedir. Kazılarda ele geçen mühür baskılarındaki (Bulla) yazılar Aksaray ilindeki yazılı tarih veren ilk belgelerdir. Acemhöyük yerleşmesinde ortaya çıkarılan anıtsal saray yapıları, bu döneme ait korunmuş en önemli yapıtlardandır.
 

Hititler Dönemi

M.Ö.II. (M.Ö.1750-1200) binin başlarında Avrupadan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesine yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hind-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişar’dır. Kapadokya Bölgesinde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Döneminde özellikle Kapadokya Bölgesinde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunmaktadır. Bu kaya anıtları sayesinde Hitit krallarının güneydeki ülkelere ulaşmak için geçtiği yolları saptamak olasıdır. Aksaray Hititler döneminde önemli bir geçiş kavşağıdır. Hitit imparatorluğunun son dönemlerine ait kral Hartapuş’a ait Gücünkaya köyü yakınlarındaki siyek yazılı kayası ve çevrede bulunan höyüklerden toplanan arkeolojik malzemeler ve müzece satın alınan Hitit imparatorluk dönemine ait mühürler ile tarihin ilk baraj örneklerinden olan Böget yakınlarındaki Eşmekaya barajı, Aksarayda Hitit imparatorluk çağının kesintisiz olarak yaşandığını kanıtlamaktadır.


Geç Hitit Dönemi
M.Ö. 1200-700 Friglerin Orta Anadolunun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğunu ortadan kaldırılmasından sonra, Orta ve Güneydoğu Anadoluda Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır. Kapadokya Bölgesi’ndeki geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde, Aksaray ve Nevşehir’i içine alan Tabal Krallığı’dır. Bu döneme ait Gülşehir-Sivasa (Gökçetoprak), Acıgöl (Topada), Hacıbektaş-Karaburna Köyü’nde Hitit Hiyeroglifi ile yazılmış kaya anıtları bulunmaktadır. Aksaray merkezinde bulunan, bazalttan yapılmış, Hitit Hiyeroglifi ile yazılı stel, Geç Hitit döneminin bölgede yaşandığını ve Aksaray bölgesinin Şinuhtu krallığı sınırları içerisinde olduğunu gösteren önemli yazılı vesikalardan olup, Aksaray Müzesinde sergilenmektedir.

Pers Dönemi ve Kapadokya Krallığı
M.Ö.585-332 Kimmerlerin Frig egemenliğine son vermesi sonucu, Anadoluda Medler (M.Ö.585), daha sonra da Persler (M.Ö.547) görülür. Persler bölgeyi ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönettiler.
Kappadokya, antik çağlarda büyük bölümünü İç Anadolunun oluşturduğu bir bölgenin adıdır. Tarihte Kappadokya sözcüğüne, ilk olarak M.Ö. IV. yüzyılda İranda Kermanşahla Hamadan arasındaki yol üzerinde bulunan Bisitun (Behistun) dağının kayalık yüzeyine yapılmış kabartmaları açıklayan yazıtta rastlanır.Pers Kralı I.Darius (Dareios) MÖ.516’da Bisitun yazıtında, egemenliği altına aldığı kavim ve ülkeleri, zaferlerinin kanıtı olarak eski Persçe (Farsça), Elamca ve Akadça olarak üç ayrı dilde,çivi yazısıyla belgeletmiştir. Bisitun anıtında sıralanan ülkeler arasında, persçe Katpatuka sözcüğü de yer almaktadır. Bu nedenle pek çok dilbilimciye göre bu sözcüğün kökeni persçedir ve büyük olasılıkla “Güzel Atlar Ülkesi" anlamına gelmektedir. Buna karşılık Kappadokya sözcüğünün kökeni, eskiden Hitit dünyasında Anadoluda konuşulan Hint-Avrupa dillerinden biri olan Luvice’ye bağlayanlar da vardır. Başka bir görüş de, Kappadokya sözcüğünün Kızılırmağın bir kolu ve antik adı “kappadoks” olan nehirden türediğini savunmaktadır. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarından bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağını, kutsal saymışlardır.
Persler, Kapadokyadan geçerek başkentlerini Ege bölgesine bağlayan, ‘Kral Yolu’nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö.334 ve 332’de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmıştır.
Pers İmparatorluğunu yıkan İskender Kapadokyada büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas’ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes’i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I.Ariarathes (M.Ö.332-322) Kapadokya Krallığı’nın sınırlarını genişletti.
İskender’in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma’nın bir eyaleti olduğu, M.S.17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir.
Kapadokyalılar ve Romalılar Zamanında Aksaray
Pers yönetimine kadar olan dönemde, Kapadokya hakkında kesin bilgiler yoktur. Kapadokyalılar, ancak Pers kralı Damatez zamanında ülkelerine hakim olabildiler. Ariarathes zamanında bağımsızlıklarını ilan ettiler(M.Ö. 323).
Romalılar, Kapadokyayı ilk defa B.İskender'in komutanlarından Selevkuslar'ın elinden aldı. M.Ö. 129' da Kapadokya Kralları, Romanın dostu idiler. Başşehirleri ne zaman kurulduğu bilinmeyen Mazaka (Kayseri) idi. Kısa bir süre Tyana’yı (Niğde-Kemerhisar) geçici başşehir yaptılar. Krallarına izafeten bu yöreye "Özebya" adını verdiler. Aksaray ve çevresi Tyana'ya(Kemerhisar) bağlıydı. Mark Antuan zamanında I. Archalaus Kapadokyanın son kralı oldu. M.S. 17'de öldü. Kapadokya Krallığı zamanında Aksaray ve yöresine "Garsaura" deniliyordu. Archalaus'un Kapadokya Kralı olmasından sonra Aksaray ve çevresi önem kazandı. Archalaus, şehri yeniden imar etti. Buraya Archalais adını verdi. Şehir, Türkler tarafından alınıncaya kadar “Archalais“ ya da “Colonia Archalais“ olarak anıldı.
Tiber, meclisten çıkardığı bir kararla krallığı bir vilayet düzeyine indirdi. Alınan vergiyi de yarı yarıya azalttı.
Romalılar, ruhani teşkilatlarda da sürekli değişiklikler yapıyorlardı. Aksaray değişiklikler sırasında, merkezi Tyana olan Toroslar Kapadokyası içerisinde yer aldı.
 

Bizans Dönemi

Hz. İsa'dan önce Garsaura diye anılan şehir Archalais adını almıştır. İmparator Claudius buraya Roma kolonilerini yerleştirdi. M.S. 41-51'de Colonia Archalais diye anılmaya başlandı. I.yy.ın ortasında Nenezi (Nazianzus), şehir payesi elde ederek Diocaesareia adını almıştır.

Bölgede yaşayanlar hıristiyanlık dinini hemen benimsediler. Ürgüp, Göreme, Ihlara, Gelveri, Selime, Yaprakhisar yöreleri adeta bu dinin merkezleri haline geldi. Halk buralardaki mağaralara sığınarak, kendilerine barınaklar, mabedler, medfenler yaptı.

I. Bizans imparatoru Konstantin M.S. 313 yılında Hıristiyan olan annesi St. Elena’in de etkisiyle Hıristiyanlığı kabul edince, "Herkesin istediği dini kabul etmesi ve istediği biçimde dini ayin yapmasını serbest bırakan" Milan Fermanı'nı yayınlamıştır.

Milan fermanı ile birlikte mağaralardaki halk gün yüzüne çıktı. Hasandağı ve çevresinde kiliseler yaptılar. St. Basilus, Nazianzaslu Gregorius, Nyssalı Gregorius o dönemin ünlü din adamlarıdır.
 

Abbasiler Dönemi

Müslümanlar Anadoluda, Çukurova ve Toros dağlarının eteklerine kadar gelmişlerdi. Abbasi Halifesi Harun-er Reşid zamanında (803) Heraklie Kalesi fethedilmiştir. Halife Harun-er Reşid, Hareklius Hanedanından bir prensesle evlenerek, vergi vermek şartı ile şehri Bizanslılara geri vermişti. Halife El Me'mun zamanında Bizans imparatoru Teofilis, Torosları aşarak Tarsus ve Masise (Ceyhan) çevresini yağmalamış, buralardaki müslümanlardan ikibine yakınını kılıçtan geçirmiş, onbine yakınını esir almıştır (831).
Yine bu tarihe kadar verilen vergiyi de ödememiştir. El Me'mun bunun üzerine tekrar sefere çıkmış, Gülek boğazını aşarak Heraklie'yi ikinci defa fethetmiştir. Kardeşi Ebul İshak ve oğlu Abbas'ı değişik yönlere gönderirken, Yahya ibn-i Aksemilde Tyana (Tuvana-Kemerhisar)'yı almıştır. Çevredeki bir çok muhkem kaleyi de fethetmiştir. Niğde ile Archaleis arasındaki çayırlıklar, otlaklar ve buğday ambarlarının bulunduğu ve hıristiyanların dini merkezleri olan Selime, Belisırma, Ihlara fethedilmiştir. Buralar Halifeye cizye (bir nevi tazminat) vermeyi kabul etmişlerdir.

Danişmendliler Dönemi

Sivas ve Malatya çevresinde, bir Türkmen beyi olan Danişmendli Ahmet Gazi tarafından kurulmuş, bir Anadolu Türk beyliğidir (1071). Danişmend Gazi, Kayseri, Malatya, Amasya, Tokat, Niksar, Osmancık ve Çorum şehirlerini fethetmiş, bütün Kapadokyayı almıştı. Bu sıralar hala adı Archaleis olan Aksaray'ı da fethetmiştir.

Selçuklu Sultanı I. Rükneddin Mesud'un Danişmend seferi sırasında Aksaray Selçukluların eline geçmiştir. Ancak Danişmend beyi Yağıbasan zamanında tekrar Danişmendlilerin idaresine geçmiştir.

Danişmendliler arasındaki taht kavgaları sebebiyle bir ara Bizanslıların idaresine geçen Archaleis, Melik Gümüştekin'in (1099) tekrar Danişmendli beyliğinin başına geçmesi ile Bizans zulmünden kurtulmuştur.
 

Selçuklular Dönemi

1040 tarihinde Dandanakan savaşında Gaznelilere karşı zafer kazanılmasıyla kurulan Büyük Selçuklu Devleti, Alparslan tarafından Malazgirt Zaferinin (1071) kazanılmasıyla Anadoluya adım atmıştır.

1076 yılında Süleyman Şah'ın İznik'i fethiyle, Büyük Selçuklu Devleti ile bağlantılı Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur. Süleyman Şah Antakya' ya düzenlediği ilk sefer sırasında Ebul Gazi' yi ( Hasan Bey ki, Hasandağı bu zatın ismi ile anılır.) Kapadokyaya vali tayin eder. Süleyman Şah'ın Bizans hakimiyetindeki Antakya'yı almak istemesiyle ve bunu başaramaması sonucu ölümüyle, Anadolu Selçuklu Devleti bir müddet için bağımsızlığını yitirmişse de daha sonra oğlu I. Kılıçarslan'ın Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Berkyaruk ile birlikte hareket etmesi, Anadoluya saldıran Haçlı Ordularını yine birlikte hareket ettiği Danişmend Beyi Melik Gümüştekin desteğinde bozguna uğratması sonucu, Aksaray (o zamanki adıyla Archalais) Anadolu Selçukluları egemenliğine girmiştir.

Aksaray bu dönemde aralıklı olarak Danişmendlilerin ve Anadolu Selçuklularının hakimiyeti altına girmiştir. Aksaray'ın en önemli eserlerinden biri olan Ulu Cami, bu dönemde Kılıçarslan' ın oğlu Rükneddin Mesud tarafından yaptırılmış olup, aynı sultan zamanında Aksaray imar yönünden oldukça geliştirilmiştir.

SuItan Mesud, ilk defa para bastıran Anadolu Selçuklu hükümdarıdır. Sultan Mesud'dan sonra hükümdar olan oğlu II. KıIıçarslan, Aksaray şehrini ikinci bir payitaht gibi görmüş, büyük bir imar hamlesi başlatmış, babası tarafından yaptırılan Ulu Camiyi genişletmiş, Ulucaminin abanoz ağacından yapılan muhteşem minberine babasının adı yanına kendi adını da kazdırtmıştır. 

II. Kılıçarslan gönlünü bu topraklara kaptırmıştı. Anadolu Birliği onun en büyük rüyasıydı. Bu amaç doğrultusunda Kayseri ve Sivas'ı zaptetti. Aksaraya kale inşa ettirdi. Buraya Azerbaycandan alimler, sanatkarlar, tüccarlar ve mücahitler getirterek yerleştirdi. Sultanhanı'Kasabasında bulunan ve Selçuklu Han örneklerinin en nadidesi olan Aksarayda adına yaptırdığı Kılıçarslan Hamamı bu döneme ait günümüze ulaşan en eski hamam örneğidir.

Aksaray adının da Kılıçarslan tarafından şehre ak taşlar kullanılarak yaptırılan saraydan geldiği muhtemeldir. Bu saray tarihin Archalais'ini Aksaray'a çevirmiştir. Etrafında medrese, kervansaray,hamam, imarethane, tabhane gibi çok ve çeşitli sosyal yardım ve hayır müesseseleri ve irfan yuvaları bulunmaktaydı. Bugün bunlardan hiç biri ayakta değildir.

Eğer Aksaray olmasaydı, Danişmendliler ortadan kalkmaz, Anadoluda Müslüman-Türk birliği kurulamazdı. Anadoluda ulusal bir Türk varlığının kuruluşunda Aksarayın rolü büyüktür.

Aksaray II. Kılıçarslan'ın ölümünden sonra da Anadolu Selçuklularının önem verdiği, çoğu zaman askeri bir üs olarak yararlandığı bir şehir olmaya devam etmiştir. 

Selçuklu Sultanlarından Gıyaseddin Keyhüsrev in oğlu Alaaddin Keykubat, Aksarayda dedesi tarafından inşa ettirilen sarayda oturmuştur. Bu dönemde Danişmendlilerden Yağıbasanoğlu Muzafferüddin Mahmut, Alaaddin Keykubat tarafından Aksaray Valisi tayin edilmiştir. Danişmendliler de bu vesileyle Aksaray'a birkaç eser kazandırmışlardır: Muzafferiye Medresesi, Muzafferüddin Melik Mahmut Gazi Hangahı (Darphane), Zahirüddin Hangahı, İmadiyye Hangahı, Bedriye (bugünkü adıyla Kadıoğlu) Medresesi ve Melikiyye Medresesi bunlar arasındadır.

Daha sonra tahta geçen İzzeddin Keykavus döneminde, İslam aleminin büyük alimlerinden Şeyh-ül Ekber Muhiddin-i Arabi Aksaray'a gelerek medreselerde ders vermiştir. Bu dönemde Moğol Hükümdarlarından Baycu Noyan Aksaray da hakimiyeti altına alarak, etrafı yakıp yıkmış, hatta bir kış mevsimini de Sultanhanı civarında geçirmiştir.

İzzeddin Keykavus'un Moğollara vergi vermek istememesi sonucu Moğol Hükümdarı Hülagü Han, İzzeddin Keykavus'un kardeşi Rükneddin Kılıçarslan'ı bir fermanla Sultan ilan etti. Rükneddin Kılıçarslan döneminde Aksaray, sultanın oturduğu ve ülkeyi yönettiği bir şehir yani payitaht konumundadır.

Rükneddin Kılıçarslan yine Anadoludaki karışıklıklar döneminde Moğollarca zehirletilmiş, yerine 6 yaşında olan III. Gıyaseddin Keyhüsrev sultan olmuştur. Daha sonra Anadoludaki iç karışıklık Aksaray'ı da içerisine almış, Moğol Şehzadelerinden Kongurtay tarafından şehir bir defa daha yıkılıp yakılmış ve yağmalanmıştır.

İlhanlılar döneminde Şehzade Keygatu 20.000 kişilik bir ordu ile Aksaray'a yürümüşse de şehre ve sakinlerine oldukça iyi davranmış ve Aksaray bu yıllarda, yani 1285 tarihinden itibaren yeniden gelişme ve güzelleşme yoluna girmiştir.

Bu dönemde Selçuklu hükümdarı Sultan II. Gıyaseddin Mesud'dur. Daha sonra tahta geçen III. Alaaddin Keykubat zamanında Aksaray'a Pervane Müniddin Muhammed Bey kadı olarak görevlendirilmiştir.

Aksaray bu dönem içerisinde zaman zaman Moğollar tarafından işgale uğramış, zaman zaman Selçuklu egemenliğine girmiş, her hükümdar büyük zulüm yaşamıştır. Ticaret yolu üzerinde olması, yaşadığı bütün eziyetlere rağmen Aksaray'ın varlığını sürdürmesine vesile olmuş, Anadolunun önemli yerleşim noktalarından biri olarak hayatiyetini sürdürmüştür. Zaten bu dönem Sultan II. Mesud'un 1308'de ölümü ile Selçuklu Devleti varlığının da sona erdiği dönem olup, Anadolu Beylikleri Dönemi başlamıştır.
 

Karamanoğulları Dönemi

Beylikler içerisinde en önemli rolü oynayan Karamanoğulları, merkezlerinin de Konya olması dolayısıyla Aksaray ve civarında egemen olmuşlardır (1312).

Karamanoğulları döneminde Aksaray, eskiden olduğu gibi önemli bir bilim ve kültür merkezi olma özelliğini sürdürmüştür. Çeşitli hayır müesseseleri, sosyal tesisler bu dönemde de gelişmesini devam ettirmiştir. Ayrıca deprem dolayısıyla yıkılan ve önemli ölçüde hasar gören kale ve Ulu Cami gibi yapılar Karamanoğulları döneminde yeniden inşa edilmiştir.

Karamanoğullarının son yıllarında hüküm süren Karamanoğlu Alaaddin Bey dönemi, Osmanlı imparatorluğu'nun da bu beylikten rahatsızlık duyması dönemine rast gelmiştir. Alaaddin Bey çeşitli saldırılarla Osmanlı topraklarına seferler düzenlemiş, bu yüzden Yıldırım Beyazıt'ın kendi üzerine yürümesine yol açmıştır. Yıldırım Beyazıt ordusuyla Konya önlerine gelince, Alaaddin Bey müttefiki Kadı Burhaneddin ile anlaşmak yerine önce Taşeli'ne kaçmış, fakat daha sonra da Osmanlılarla anlaşmayı tercih etmiştir.

Bu anlaşma üzerine, Sivas ve yöresinin hakimi olan, hatta bir dönem hakimiyeti Ankara'ya kadar uzanan Kadı Burhaneddin, Karamanoğulları üzerine sefer düzenleyerek Yaprakhisar, Zincirli, Selime ve Aksaray Kalelerini zaptetmiş ve Aksaray yöresi Anadolu'da 46 yıl kadar hüküm süren Eratna (Ertana) Beyliği emrine girmiştir.
 

Osmanlılar Zamanında Aksaray

Konyayı kendi merkezi yapan Karamanoğulları Beyliği, kurulan beylikler içerisinde en güçlü olanı idi. Aksarayda o dönemler bu güçlü beyliğin sınırları içinde bulunuyordu. Anadoluda beylikler devri bir iç mücadeleye sahne olmuştur. Osmanlı Beyliği kendisini mümkün olduğu kadar bu mücadelenin dışında tutmuştur. Hedef olarak Bizans ve küffar illerini kendine mücadele alanı olarak seçmiştir. Bu tutumuyla kısa zamanda Anadolu halkının sevgi ve saygısını kazanmış, önemli bir güç olarak kendisini göstermiştir. 

Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıd, Anadolu Türk Birliği siyasetine hız vermiştir. 1390 yılında Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beylikleri'nin ilhakı gerçekleşmiştir. Osmanlı Devletinin Anadoludaki nüfuzunun güçlendiğini gören Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey, Osmanlı topraklarının bir kısmını ele geçirmiş, bunun üzerine Sultan Yıldırım Beyazıd ikinci Anadolu seferine çıkmak zorunda kalmıştır.

Doğunun cihangiri olan Timur ile batının cihangiri olan Yıldırım arasında 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı'na kadar, Osmanlı idaresinde kalan Aksaray, Yıldırım’ın savaşı kaybetmesi sonucu, tekrar bağımsızlıklarına kavuşan beyliklerden Karamanoğullarının idaresine girmiştir. Bu durum Fatih zamanına kadar sürmüştür.

Fatih, 1461 den sonra Konya’da sikke bastırarak, beylerbeyliğine oğlu şehzade Mustafa’yı tayin etti. Bu tarihte Aksaray, henüz Osmanlı idaresine geçmemiştir.

1470 yılında Aksaray ve çevresi Vezir-i Azam İshak Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiş ve Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Fatih’in emriyle İstanbul’un fethinden sonra binlerce Müslüman Türk ailesi Aksaray'dan ve Ortaköy’den İstanbul'a getirilerek, ismini Aksaraylılardan ve Ortaköylülerden alan Aksaray ve Ortaköy semtlerine iskan edilmişlerdir.

Bu dönemde Aksaray, henüz Anadolu Selçuklu dönemindeki parlaklığını kaybetmemiş, sancak merkezi olarak mühim bir şehir özelliğini korumuştur.

Aksaray, Osmanlı döneminde yapılan 1501 tarihli yazıma göre 5.000-5.500 civarında Türk nüfusa sahiptir. Şehrin nüfusu, 1584'de 9.500'e çıkmıştır. XVII. ve XVIII. yüzyılda bu durumu koruyan Aksaray, XIX. yüzyılda önemini büyük ölçüde kaybetmiştir. Nitekim 1867’de nüfusu 3.000-3.500 kadariken, XIX. yüzyıldan sonra ancak 4.000-5.000'e yükselmiştir.

Aksaray'ın 1501’de otuzaltı, 1525’de otuzyedi, 1584’de kırkbir, XVII. yüzyılda ise otuziki mahallesi vardı. Evleri kerpiç ve taş yapıdandı.

XVII. yy.da Karaman eyaleti içerisindeki Aksaray Sancağında 13 Zeamet (Orta dereceli Devlet Memuru), 288 tımar vardı. Aksaray Sancak beyinin hası 350.000 akçadır.

1893 yılında Konya Vilayeti sınırlarında bulunan Aksaray, bir nahiye, yüzaltmış köyden ibaret olup, Kaymakam olarak Halis Efendi tayin edilmiştir. Aksaraydaki tarihi eserlerin hemen hemen tamamı Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemine aittir. Osmanlı dönemine ait çok az sayıda Camii,hamam ve türbe günümüze ulaşmıştır. Bir kısmı da zamanımıza kadar gelememiştir.

Cumhuriyet Dönemi ve Aksaray'ın Vilayet Oluşunun Tarihçesi 

Cumhuriyet döneminde (1920) yapılan ilk teşkilatlanmada, daha önce sancaklara bağlı olan mutasarrıflıklar vilayete dönüştürülmüştür. Aksaray Mutasarrıflığı da bu müstakil vilayet yapılmıştır. O gün Aksaray Mutasarrıfı olan Abdullah Sabri Karter ilk Aksaray Valisi olmuştur. 1923 yılına kadar bu görevde kalan Karter 15 .11.1923’de görevi Ziya Günar’ a devretmiştir. Günar, 01.06.1932'de görevi Arif Hikmet Onatla bırakmıştır. Arif Hikmet Onat bu görevde iken T.B.M.M. tarafından çıkartılan 20.05.1933 gün ve 2197 sayılı "Bazı Vilayetlerin ilgası ve Bazılarının Birleştirilmesi Hakkında Kanun“la Aksaray kaza yapılmıştır.

Bu Kanunun 3. maddesine istinaden Aksaray, daha önce kendisine bağlı olan Arapsun (Gülşehir) kazası ile birlikte Niğde’ye bağlanmış, Şerefli Koçhisar ise Ankara'ya bağlanmıştır.

Aksaray, Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi hamlesine başlamış, ülkenin kalkınmasına o günkü şartlar içerisinde katkıda bulunmuştur. Bunun ilk örneklerinden biri, o günkü Aksaray mebusu Vehbi Çorakçılnın teşebbüs ve büyük gayretleri ile kurulan Azm-i Milli Un Fabrikasıdır. Yine 1926'da henüz ülkenin üç-beş şehri elektrik enerjisi ile aydınlatılırken, kurulan Hidroelektrik Santrali ile şehrin aydınlatılması sağlanmıştır.

Milli Mücadele sırasında Kuvay-i Milliye Kuvvetleri'ni destekleyen Aksaray, 344 evladını vatan uğruna şehit vermiştir. Son yıllarda terör örgütlerince yapılan haince saldırılarda da 70'e yakın şehit vermiştir.

1933'de kaza olan Aksaray, bu yıldan sonra hak ettiği hiçbir hizmetten faydalanamamıştır. Etrafındaki köy hükmündeki kazalar gelişip, güzelleşirken, Aksaray sürekli yerinde saymıştır. Türkiye’nin karayolları ağının en can alıcı noktasında olmasına, tarih boyunca kulanılan kral yolu ve ipekyolunun üzerinde bulunmasına rağmen, ne büyük bir sanayi tesisi kurulmuş, ne de büyük yatırımlara sahne olmuştur.

1970'li yılların sonunda temeli atılan motor fabrikası Mercedes firmasına devredilmiş ve Otomarsan adıyla 1980'li yılların ortasında faaliyete geçmiştir. Yine 1970'li yıllarada temeli atılan, binaları inşa edilen Et - Balık Kombinası öylece yok olmaya terkedilmiştir. Süt Endüstrisi Kurumu tarafından küçük ölçekli bir Süt ve Mamülleri Fabrikası kurulmuştur.

Vilayet olduktan sonra süratle gelişen Aksaray, nüfus ve sanayi açısından gelişimini sürdürmüştür. Özellikle 2004 yılında kalkınmada öncelikli İller kapsamına alınmış, şeker fabrikasına, içerisinde yüzlerce fabrika bulunan organize sanayi bölgesine kavuşmuştur. Yine yıllardır daracık bir binada hizmet veren devlet hastanesi yerine, 200 yataklı bir Devlet Hastanesi, Göğüs Hastanesi, Kadın-Doğum ve Çocuk Hastanesi, Kalp-Damar Hastalıkları Hastanesi, Diş Hastanesi yanında Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi yapılmıştır.

Şehir içi yolları, bulvarlı ve dörder şeritli hale getirilen Aksaray; içme suyu, kanalizasyon hizmetleri ve yapılan yeni kamu ve özel binalarıyla da Onbin yıl öncesinde başlayan yerleşik yaşamın kesintisiz devamını sergilercesine modern bir şehir hüviyetine kavuşmak üzeredir.


Vilayet Oluşunun Tarihçesi

1933 yılında çıkartılan bir kanunla kaza olarak Niğde’ye bağlanan Aksaray, bunu bir türlü kabullenememiştir. Çünkü nüfus bakımından, toprak bakımından, gelişmişlik bakımından bağlandığı Niğde Vilayetinden daha ön sıralardadır. Üstelik coğrafi konumu daha elverişlidir.

Niğde milletvekili olarak seçilip T.B.M.M'de görevalan her Aksaraylı, verdikleri kanun teklifleri ile vilayet olma arzularını bütün yurt sathına duyurmuşlardır. Bu konuda ilk büyük çalışma Niğde Milletvekili olan Aksaray’lı Oğuz Demir Tüzün tarafından yapılmıştır. Oğuz Demir Tüzün, 01.04.1964 yılında verdiği bir kanun teklifi ile Aksaray'ın tekrar vilayet olmasını dile getirmiştir. Meclis İçişleri ve Bütçe Plan Komisyonunda görüşülerek kabul edilmiştir. Ancak, Adana Milletvekili Kemal Sarıibrahimoğlunun muhalefet şerhiyle birlikte Millet Meclisine sunulan teklif, meclis dosyalarında öylece kalırken, 1971 yılında yapılan ikinci teşebbüs de sonuçsuz kalmıştır.

1987 genel seçımleri sonucu meclise Niğde Milletvekili olarak giren Aksaray milletvekilleri Raşit Daldal ve Mahmut Öztürk’de aynı konuda çalışmalar yapmışlardır. Verdikleri kanun teklifleri ile Aksaray'ın il yapılmasını istemişlerdir. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy’un da destekleriyle Millet Meclisinde görüşülen ve kabul edilen tasarı 15.06.1989 gün ve 3578 sayı ile kanunlaşmış ve Aksaray 56 yıl sonra tekrar özlemine kavuşmuştur.

Aksaray'ın vilayet olmasından sonra ilk Vali Rıdvan Yenişen'dir. 14.08.1989 tarihinde göreve başlayan Rıdvan Yenişen görevi 21.02.1992 tarihinde Ferit Ünal'a devretmiştir. Ferit Ünal'ın 01.03.1993 tarihinde emekliye ayrılması üzerine yerine Aslan Yıldırım 20.05.1993'te göreve başlamıştır. Bir yıl görev yapan Aslan Yıldırım'ın yerine 08.07.1994 tarihinde Cahit Kıraç göreve getirilmiştir. Cahit Kıraç üç yıl görev yaptıktan sonra görevi 04.11.1997 tarihinde Emir Durmaz’a devretmiştir. Emir Durmaz’dan sonra Kadir Çalışıcı ve Hüseyin Avni Coş Vali olarak görev yapmışlardır. 18 Ocak 2006 tarihinde göreve gelen Sebati BUYURAN halen Aksaray Valiliği görevini yürütmektedir.