Anasayfa / Söyleşi

Rüstem Aslan: Schliemann oryantalist, philhellenist ve Türk düşmanıydı

Troya antik kenti kazıları başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan, kazı tekniğine ve buluntularla ilişkisine bakıldığında Heinrich Schliemann’ın acımasız bir hazine/buluntu avcısı olduğunu söylemek, hiç de hafif kaçmaz, diyor.

 

Troya arkeolojisinin dünyadaki en yetkin isimlerinden, bölgedeki arkeoloji kazılarına başkanlık yapan Prof. Dr. Rüstem Aslan, dünyanın en önemli antik kentlerinden Troya’yı, kaleme aldığı kitapla anlatıyor. ‘Troya/Yeni Başlayanlar İçin’ vesilesiyle bir araya geldiğimiz Aslan, “Anadolu’da tarihöncesi döneme ait ilk tabaka kazısı olması nedeniyle burası arkeoloji biliminin de doğuş yeri olma özelliğini taşıyor” diyor ve ekliyor: “Troya hazineleri geri getirilmeli!”

> Sizin Troya maceranız nasıl başladı, Prof. Manfred Korfmann ile ne kadar süre alanda beraberdiniz?
> Korfmann dönemi, C. Blegen’in 1932-38 yıllarındaki kazılarından tam 50 yıl sonra başlamıştı. Prof. Korfmann, daha önce Eskişehir Demircihöyük ve 1982-87 yıllarında ise Troya’nın limanı Beşik Koyu ve çevresinde araştırmalar yapmıştı. Ben ise 1987’de İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’nda arkeoloji öğrenimine başlamıştım. Korfmann kazı ekibi için Türk öğrenciler almak istiyordu. Hocam Prof. Mehmet Özdoğan beni Korfmann’a önerdi ve böylece Troya çalışmalarına öğrenci olarak katılmaya başladım. Lisans sonrasında ise yüksek lisans ve doktora çalışması için, Korfmann’ın çalıştığı Tübingen Üniversitesi’ne gittim ve 2006 yılına kadar orada çalıştım. Dönüp baktığımda tam 30 yıldır Troya’da çalışıyorum. Bu zamanın 17 yılında Korfmann Hoca’yla (biz ona ‘Osman Bey’ diyorduk) birlikteydik. Özellikle 2000’den sonra oldukça yakınında oldum. Troya’nın Tunç Çağı’nda bir Anadolu kenti olduğunu her yerde haykırması, Türkiye ve Anadolu düşmanlarının ona haksızca saldırmasına neden oldu. Gerçek bir Türkiye dostu olarak gözlerini hayata yumdu. Türk arkeolojisinde pek çok kişinin yetişmesinde büyük rolü oldu.

> Çalışmanızı okuyanlar Troya’nın önemini anlayabilir mi?
> Troya dünyanın en ünlü ama aynı zamanda anlaması en zor kenti. Bunun nedeni ise yine dünyanın en ünlü mitolojik öykülerine kaynaklık yapmış bir yer olmasında yatıyor. Burası ‘Arkeolojinin Kader Tepesi’. Troya’yı sadece mitolojik öykülerle, sadece arkeolojik buluntularla ya da yazılı belgelerle (Hitit arşivleri) anlamanız çok zor. Bu sorun uzmanlar için de geçerli. Ben de bu nedenle akademik dilin dışına çıkarak, Troya’nın mitolojik öyküsünü, arkeolojik mirasını, yazılı Hitit belgelerini bir araya getirerek yeni bir yorum yaptım. Acaba gerçekten Helena diye dünya güzeli bir kadın var mı? Ya da bu güzellik sadece bir imge mi? Troya Savaşı gerçekten oldu mu? Tüm bunları arkeolojinin sıfır noktası Troya’dan başlayarak, katman katman anlatıyorum. Kitabın okurlara; Anadolu’nun pek çok başka kenti ve mitolojik öyküsünün kapısını aralayacağından eminim.

> O halde Troya’nın Anadolu arkeolojisindeki rolünü biraz daha açalım mı?
> Burası özellikle 1870 sonrasında Heinrich Schliemann’ın başlattığı yoğun kazılar, ama özellikle mimar Wilhelm Dörpfeld’in 1893-94 yıllarındaki kazılarıyla; tarihöncesi döneme ait ilk tabaka kazısı olması nedeniyle arkeoloji biliminin de doğuş yeri olma özelliğini taşıyor. Özellikle 30’ların sonlarında, Orta Anadolu’da gerçekleştirilen tarihöncesi dönem kazılarında, ilk Tunç Çağı ve öncesi kültürlerin tanımlanmasında büyük rol oynamıştır. Schliemann’ın ilk dönemleri hariç, Troya’daki kazılarda en gelişmiş teknoloji kullanılmıştır. Burası bir anlamda arkeolojinin bilime dönüştüğü yer olmuştur.

> Schliemann size göre eserleri kaçıran ‘hazine avcısı’ mı yoksa Troya’yı arkeolojiye kazandıran bir arkeolog mu?
Schliemann’ın ilk kez 1870’te izin (ferman) almadan ama daha sonra izinle 1871-73 yılındaki Troya kazı tekniğine ve buluntularla olan ilişkisine baktığımızda, onun Homeros destanlarının gerçekliğini ispatlamak için yola çıkmış, acımasız bir hazine/buluntu avcısı olduğunu söylemek, hiç de hafif kaçmaz. Özellikle bu dönem kazılarında Troya’nın en önemli yerindeki, en önemli dönemiyle ilgili buluntuları tahrip ederek, çalarak, Troya’ya büyük zarar vermiştir. Daha sonraki yıllardaki kazı sonuçlarıyla, özellikle Avrupa’da Hisarlık Tepe’nin Troya olarak kabul edilmesinde süreci hızlandırmıştır. Onu, Troya ve Ege tarihine yaklaşımıyla tipik bir 19’uncu yüzyıl Avrupalısı olarak tanımlayabiliriz: Oryantalist, ‘Philhellenist’ ve Türk düşmanı.

> Korfmann; Schliemann ve Troya hazinelerinin geri getirilmesi hakkında ne düşünüyordu?

> Osman Bey (Korfmann) sadece Troya hazinelerinin değil, aynı zamanda dünyanın yedi farklı ülkesindeki 44 farklı koleksiyona dağılmış eserlerin de açılacak Troya Müzesi’ne getirilmesini istiyordu. Bunu da Almanya ve Avrupa’daki her ortamda dile getiriyordu. Şunu söylerdi: “Eserler çıktıkları topraklarda sergilenmeli ama modern bir müze koşulunun sağlaması şartıyla.” Türkiye ve Çanakkale artık bu şartları sağlamış durumda.

> Peki siz Troya hazinelerinin geri getirilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Ve bu nasıl olabilir?
Troya hazineleri geri getirilmeli! Ancak konunun hem hukuki hem de politik bir boyutu var. Ben bir akademisyen ve arkeolog olarak, Osman Bey’in söylediği gibi düşünüyorum; eserler çıktıkları topraklarda sergilenmeli. Bu etik ilke doğrultusunda müzelerle görüşülebilir. Ödünç almak, ortak sergiler gibi yollar denenebilir. Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Fransa tarihiyle yüzleşmeli, ülkesindeki başka topraklara ait arkeolojik eserleri geri vermeli” diyerek önemli bir çıkış yaptı. Bu bakış açısı tüm Avrupa ülkeleri ve Amerika’yı kapsamalı.

> Osmanlı Troya’yı önemsemedi mi?
Osmanlı Devleti, sanıldığının aksine Troya ve Troya buluntularını (Priamos Hazineleri) çok ama çok önemsiyor. Tarihçi bir meslektaşımla ‘Osmanlı belgelerine göre Schliemann ve Troya’ konulu bir kitap hazırlıyoruz. Hazırlık aşamasında konuyla ilgili BOA’daki yaklaşık 250 belgeyi inceledik. Osmanlı devleti hem korumak için ama aynı zamanda 1874-75 yılında Schliemann’ın kaçırdığı hazineleri geri almak için Atina’da büyük bir hukuk mücadelesi veriyor. Ancak dönemin koşulları nedeniyle başarılı olunamıyor. Troya konusunun Fatih Sultan Mehmet’in 1462’deki Troya ziyareti sonrasında da önemsendiğini biliyoruz. Özellikle Naim Fraşeri’nin 1885’teki ilk ‘İlyada Destanı’ çevirisi öncesi ve sonrasında Osmanlı aydınları konuya hiç de uzak değil.

> ‘2018 Troya Yılı’ ne tür faydalar sağladı?
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çanakkale Valiliği ve Çanakkale’deki STK’ların girişimi ve önerisiyle 2018’de Troya’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girişinin 20’nci yılı olması nedeniyle 2018’i ‘Troya Yılı’ ilan etti. Özellikle yurtdışında Tanıtma Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yoğun bir tanıtım kampanyasına başladık. Çanakkale Valiliği de ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Troya Müzesi’ni kısa bir süre sonra açacak, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Troya Tarihi Milli Parkı içinde önemli turistik düzenlemeler gerçekleştiriyor. İÇDAŞ, bölgedeki kazıların ama aynı zamanda Troya’nın yeni çevre düzenlemesinin yapılmasını sağlıyor. Opet, Troya’nın bitişiğindeki Tevfikiye Köyü’nü bir ‘arkeoköy’e dönüştürüyor. Şu anda turist sayısı geçen seneye göre neredeyse üç kat daha fazla.

> Troya Müzesi projesini nasıl buluyorsunuz? Eserler için yeterli mi sizce?
Troya Müzesi hayali, 2001’deki o efsane ‘Troya: Düş ve Gerçek’ sergisi sonrasında öncelikle Prof. Korfmann tarafından sürekli dile getirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı da yarışmayla şekillenen projeyi hayata geçirdi. Müze, mimari açıdan bana göre Troya’nın öyküsüyle örtüşüyor. Hem depolama hem de sergi alanları, özel sergiler dahil oldukça fazla... Bu müzenin açıldıktan kısa bir süre sonra ödüller alacağında eminim.

Ömer Erbil - Hürriyet