Anasayfa / Söyleşi

Prof. Dr. Veli Sevin: Arkeolojik belge birinci elden kaynaktır

Gizemli Hakkari Stelleri'ni gördüğü anda çok şaşırdığını söyleyen arkeolog Prof. Dr. Veli Sevin, yakın doğu kültürlerinde hiç aşina olunmayan özellikler içeren arkeolojik buluntular konusunda son bir yayın yapmak için Ukrayna Kiev Müzesi ile birlikte çalıştığını açıkladı.

 

Hakkâri’de 1998 yılında tesadüfen bulunan 13 stel bilim dünyasına tanıtılmasına rağmen gizemini korumaya devam ediyor. Anadolu coğrafyasında benzer yaşam biçimi sürdüren farklı etnik kökenden birçok toplumun varlığı aşikar. Ancak gerek stil, gerekse kültürel açıdan benzerlerine rastlanılmayan bu taştan kabartmalı stellerin hangi döneme ve kültüre ait oldukları hala tartışma konusu.

İnternete ‘Hakkari Stelleri’ yazdığınız zaman ucu bucağı olmayan bir bilgi kirliliği ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Bulundukları tarihten beri zaman zaman siyasi gündemi belirleyen steller, bazen de konjoktürel sorunlara yol açtı. Örneğin Türkçü gruplar tarafından ‘Binlerce yıl önce Anadolu’da Türklerin yaşadığı’ tezine bir argüman olarak gösterildi. 2000’lerin başından günümüze kadar çok geniş bir zaman dilimi içinde tartışılan stellerin tarihlendirilmesi konusu da büyük bir kafa karışıklığının göstergesi. Bölgenin araştırma projelerini yürüten Prof. Dr. Veli Sevin de edindiği ilk izlenimle, Hubuşkia Krallığı olarak isimlendirdiği stelleri zaman içinde Prototürk, Hint Avrupa kökenli toplumlar, Hurriler gibi birbirinden çok farklı gruplarla ilişkilendirdi.

gazeteduvar.com.tr'den Nuray Pehlivan, Hakkari stellerinin hikâyesini, arkeolojik objeler üzerinden etnik köken belirlemenin mümkün olup olmadığını, aradan geçen süre içinde yeni bilimsel verilere ulaşılıp ulaşılmadığını bu konudaki çalışmalarıyla bilinen Prof. Dr. Veli Sevin’e sordu:

> Öncelikle Hakkari stellerinin hikayesini anlatır mısınız?

Hakkari stelleri 1998 yılında bir tesadüf sonucu bulundu. Kent merkezindeki kalenin eteklerinde yaşayan bir karı koca yaklaşan kış ayını düşünerek evinin arka bahçesinden toprak almak amacıyla kazı yapar. Karşılarına birden kocaman insan şeklinde steller çıkınca şaşkınlık içinde valiliğe haber verirler. Hakkari Valiliği de Van Müzesi’ne durumu bildirdi.

Ben o zaman Mersin’de bir kazıdaydım. İki arkadaşımız ve bir müze uzmanı alana giderek ilk temizlik ve kurtarma çalışmalarını yaptılar. Fotoğrafları gördüğüm anda çok şaşırdım. Çünkü hiç rastlamadığımız, yakın doğu kültürlerinde hiç aşina olmadığımız özelliklerle karşı karşıyaydık. Yapılan kazıda 13 tane stel çıktı. Hepsi birbirinden güzel, birbirinden ilginçti. 11 tanesi savaşçı erkek, 2 tanesi kadın. Çırılçıplak savaşçıların sadece erkeklik organları bir suspansuvar içine alınarak kapatılmış. Kadınlardan birisi de çırılçıplak, elinde bir testi ve başında su taşıyor.

Alanda 2 yıl kazı yapıldıktan sonra 19 metre batısında bir mezar ortaya çıktı. Bu mezarda tarihlememize yardımcı olabilecek çok güzel buluntular vardı. Kültürleri ve nerelerle irtibatları olduğu konusunda çok zengin bilgiler verdi. Ancak Karbon-14 analiz sonuçlarına göre bu mezarın stellerden yaklaşık 500 yıl daha önceye ait olduğu anlaşıldı.

Amacımız stellerin Hakkari’de sergilenmesiydi.

> Bildiğimiz kadarıyla steller Van Müzesi’nde sergileniyor. O zamanlar Hakkari’de sergilenme olanağı yok muydu?

> Amacımız stellerin Hakkari’de sergilenmesiydi. Çünkü her eserin bulunduğu yerde sergilenmesi en doğru olanıdır. Ama Hakkari’nin o yıllarda kültürel açıdan tek zengin noktası halk kütüphanesiydi. Kütüphanede bir sakinlik hakimdi, insanlar okuyordu. Ancak dışarı çıktığınız anda askerler, tanklar, çok tatsız durumlar vardı. Yani stellerin orada korunacak durumu yoktu. Bu yüzden bir Osmanlı Medresesi’ne taşıdık. Restorasyonları orada yapıldı. Çok büyük bir olay oldu. Halk çok ilgiliydi. Hatta zaman zaman çalışmalarımızı engelleyecek kadar ilgiliydiler.

O yıl çalışmalarımız çok verimli geçti ve ertesi sene için yeniden başvurduk. Ödeneğimizi Hakkari Valiliği’nin karşılamasına rağmen Eski Eserler Genel Müdürlüğü’nden gelen yanıt ‘Yeterli temsilcimiz bulunamadığı için kazı izni veremiyoruz’ oldu. Yani kazı tam sonuçlanamadan bu şekilde bitirmek zorunda kaldık. Oysaki bölgedeki gelişmeleri daha iyi izleyeceğimiz sonuçlara varabilirdik. ‘’Dur’’ dedi genel müdürlük. Bu o zamanki Genel Müdür Alpay Pasinli’nin marifetidir. Dolayısıyla öylece kaldı. Sonunda başka bir kazı yapılmadan Van Müzesi’ne taşınmasına karar verildi.

İlk çıktığında çok yabancıydık taşlara. Biz de şaşkın durumdaydık.

> Bu stelleri yayınlarınızda Prototürk, Hint Avrupa kökenli toplumlar, Hurriler gibi birbirinden çok farklı gruplarla ilişkilendirdiniz. Bir taraftan da bozkır kökenli toplumlarla ilişkili olduğunu söylediniz. Şimdi biz bunların hangisini öne çıkaracağız? Bize neler söyleyebilirsiniz?

İlk çıktığında çok yabancıydık taşlara. Biz de şaşkın durumdaydık. Ne Mezopotamya, ne Suriye, ne Anadolu’da bizim analoji yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. O güne kadar Avrasya bozkırlarının arkeolojisiyle ilgilenmemiştim, bilmiyordum. Hakkari’nin güneyi Erken Demir Çağı’ndan itibaren Hubuşkia olarak geçiyor. Bu yüzden Hubuşkia Krallığı dedik o zamanlar. Fakat sonra vazgeçtik. Çünkü taşlar bu krallığın kültürünün yaratacağı şeyler değildi. Sonra baktık Avrasya bozkırları bu taşlarla dolu. Tamamen savaşçı çıplak erkek üzerine kurulmuş bir göçebe topluluk. Orta Asya’ya gittik, binlerce taş gördük. Tesadüflerle açıklanmayacak derecede benzerlikler var. Dolayısıyla orta Asya’dan İber Yarımadası’na kadar Alp Dağları üzerinden dağılan bir alanda bunlar kullanıyor.

> Yayınlarınıza baktığımızda en son ifadenizde Hurri kökenli Turukkular öne çıkıyor…

> Çivi yazılı bazı belgeler var. Orada Turukku, Gutti gibi bir takım kabilelerden bahsediliyor. Ve bunların hemen Hakkari’nin doğusunda yaşadıkları belli. Son yıllarda Amerika’da yazılan bir doktora tezinde de Urmiye Gölü’nün güneyinde bir Turukku Krallığı’ndan bahsediliyor. Eğer doğruysa bu krallığın Hakkari ile uzaklığı 100 km bile değil, o kadar yakın. Tarih olarak da çok uyuşuyor. Yani bütün bunlardan hareketle ille de bir akrabalık bağı kurmak isteniyor ise daha çok Hurca konuşan Turukkular diye söyleyebiliriz. Yazılı belgelere göre ancak bunu söyleyebiliyoruz.

Kazım Mirşan isimli bir türkologa cevap bile vermedim

> Bazı Türkçü gruplar bu stelleri sahiplendi ve sizin söylediklerinizden yola çıkarak Türklerin ataları olduğu yolunda fikirler geliştirdiler. Buna ne diyeceksiniz? Bu doğru bir şey mi?

> Tabi ki doğru değil. İnternete girdiğimde zaman zaman ben de çok şaşırıyorum. Bunlar benim hiç söylemediğim şeyler. Aşırı milliyetçi grupların gayretleri bunlar. Yakalayacak bir nüve arıyor, bir ipucu bulduklarını zannediyorlar. Ve diyorlar ki; İşte koca profesör de bunu söyledi. Emin olun steller için ben hiçbir zaman Türk demedim. Birileri alıp bambaşka yerlere doğru çektiler. Bunlar Kuzeyli bir ırk. Yani Anadolu’yla hiç ilgisi olmayan, göçebe bir topluluk. Yayınlarımda göçebe bir topluluk dedim ama Türk demedim. Evet, bu göçebe topluluklarda atlı süvarilerin olduğu doğru. Atla uzun mesafeleri kat edebilecek yeteneklere sahipler. Yaz aylarında Hakkari’nin serin güzel bol yeşil yaylalarına geliyorlar. Kış aylarında ise daha sıcak olan Hazar Denizi’nin güneyine doğru gidiyorlar. Bu taşlar orada da var. Ama bu durumu Türklerle bağlamak katiyen imkansız. Kazım Mirşan isimli bir türkolog “Bu taşların üzerinde Göktürk yazıtlarında kullanılan runik yazılar var. Bunların üzerindeki yazıtı okuyamadın mı hoca” dedi. Cevap bile vermedim.

Bu süreçte Avrupalılarla da çok mücadele ettim. Bizim söylemediğimiz şeyleri söylediler. Kürtlerin en eski eserleri diyenler oldu. Bu fikre de karşı çıktım o zaman. Şu andaki durumuyla da elimizde sadece Hakkari’de çıkan 13 stel var. Başka bir şey de bilmiyoruz. Buradan yola çıkarak Kürtlerin ya da Türklerin demek mümkün olabilir mi? Bunun hiç imkanı yok. Yakınında çıkan mezar birkaç yüz yıl öncesine ait ama oradan çıkan arkeolojik materyal de tamamen bu toplumun kuzeyle ve özellikle İran’la ilişkili olduğunu gösteriyor. Çünkü tüm silah tipleri birbirine benziyor. Bu da Kürtlerin ve Türklerin yaşadığı bölgelerle hiç ilgisi olmayan bir coğrafyaya ait olduklarını gösteriyor.

Ama sizin makalenizde de yazıyor…

> Tam olarak bunu söylemiyorum aslında. Bir dönem Hint Avrupalıların ilk somut belgeleri diyenler oldu. Ben de ille de bir şey söylemek gerekiyorsa Hint Avrupalılardan çok Prototürklere doğru düşünmek gerekir dedim. Ama Türkçüler bu söylemi alıp başka yerlere götürdüler. Yazısız dönemler için bir etnik kökenden bahsetmek çok zor. Ama Avrupalı arkeologlar bunu rahatlıkla yaptılar. Bu stellerin Hint Avrupalıların ilk eserleri olduğunu söylediler. Hint Avrupalıların ana vatanını Ural Altay dağları bölgesine yerleştiriyorlar ki biliyorsunuz şimdi çok daha tartışmalı bir durum bu. Hint Avrupalıların ana vatanının Anadolu olduğunu söyleyen bazı bilim insanları var. Orada bir sanal ana vatan yaratılmış Avrupalının kafasında…

Bazı gruplar da aşırı milliyetçilikle suçladılar beni. Prototürkler dediğim için arkeolojide milliyetçilik yapmakla suçlandım. Benim adımı vererek eleştiriler yapıldı. Bir grup beni milliyetçilik yapmakla suçlarken, Türkçü gruplar da beni sahiplenip sebeplendi. Ben her zaman doğru bildiğimi yapmaya çalıştım. Bu makalelerden sonra demediklerimi demiş gibi söyleyenler, yüceltmeye çalışanlar, yermeye çalışanlar oldu. Ardından iki kitap yazdım ama kimse onlara bakmadı. Normal koşullarda milliyetçilik güzel bir şeydir. Mesela Türk Milli Takımı Fransa’yı 2-0 mağlup ettiğinde ben o akşam uyuyamadım keyfimden. Bu ülkesini seven her insanın hissedeceği bir duygudur. Ama işin içine şovenizm girdiği zaman deformasyon başlıyor ve ırkçılığa doğru gidiyor. Bu iyi değil ve başka bir boyut. Ne yazık ki bu tür eski uygarlıkları bir yere bağlamak için çok çaba var her zaman. Bunu başka milletler de yapıyorlar.

> Konunun biraz daha anlaşılır olması açısından size göre arkeolojik buluntulardan yola çıkarak bir etnik köken söylenebilir mi?

> Arkeolojik buluntulardan bir etnik köken tespiti yapmak çok zordur. ‘Bir kırlangıçla bahar olmaz’ diye bir söz vardır. Çok az bir belgeyle fazla iddialı şeyler söylemek de doğru değil. Çok daha fazla çalışmak lazım. Biz Yüksekova’da da çalıştık. Ama bu çalışmalarımız verimli olmadı. Bir iz bulamadık. Dolayısıyla bu kadar az veriyle arkeoloji dünyasını sarsacak kadar ‘Bunlar prototürk’ gibi iddialarda bulunmak yersizdir.

Ne seramikten, ne diğer kültürel buluntulardan hareketle sağlıklı bir etnisite tabiri belirlenmesine imkan yok. Bir zamanlar öğrencilik yıllarımızda seramiğe bakarak topluluk adı söylerdik. Sonra anlaşıldı ki bütün o bölgedeki coğrafyada birçok toplum, birçok etnisite aynı kültürü paylaşabiliyor. Dolayısıyla onlardan hareketle bir etnik grup belirleme olanağı yok. Ama Hakkari’de yaşayan bu etnik grubun güneyden çok kuzeyle ilişkileri olduğu çok açık. Bunlar Anadolu insanı değil, bunlar Mezopotamyalı değil. Türk ve Kürt olmadıklarını hiç söylemiyorum bile. Onlar yok o zaman gündemde zaten. Yani çağdaşı olabilecek kültürlerle karşılaştırıyorum. Kuzeyli bir halk, kuzeyli bozkır. Portekiz’den başlayın İtalya, İsveç, İsviçre bu taşlarla dolu. Dolayısıyla kuzeyli bir dünyanın yansımaları bunlar. Bunları açıkça ifade etmek çok zor tabii.

> Bazı çevreler sizi Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ile ilişkilendirerek bir proje içine girdiğinizden söz ediyor…

> TİKA ile yakın uzak hiçbir ilişkim yoktur. Ne onların bir gezisine katıldım ne de başka bir projeye… Balkanlardaki Osmanlı eserlerini ayağa kaldırdıklarını biliyorum sadece. Ama kimdir, nedir bu TİKA ona dair hiçbir bilgim yok. Biz Orta Asya’ya Türk Tarih Kurumu, Atlas Dergisi ve Çanakkale Üniversitesi’nin destekleriyle gittik. O zamanlar Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu idi. Yusuf Halaçoğlu gibi fazla milliyetçi duygularla hareket eden kişiler bu taşlar bulununca çok heyecanlandılar. Söylediklerimizin içinden seçmek istediklerini aldılar. Belki o yüzden bu ilişkiyi kuruyor olabilirler.

Ukrayna Kiev Müzesi’nde çalıştık. Amacımız son bir final yayın yapmak

> Bu durumda son olarak şunu sormak isterim. Tüm bu yazılanlara, çizilenlere yanıt olarak bir çalışmanız, yeni bir projeniz var mı?

> Tabii ki ben de şimdiye kadar yaptığımız yayınlarla kesin bir sonuca varamamanın sıkıntısı içindeyim. Şimdi bir projemiz var. Ukrayna Kiev Müzesi’nde çalıştık. Amacımız son bir final yayın yapmak. Tüm bunlara cevap vermek üzere bir yazı yazacağız. Ne demek istediğimizi daha açık bir şekilde anlatacağız. Bunları yazalım, bu tartışmalara bir son verelim diye yeni bir projeye başladık.

Ben arkeolojik veri ne gösteriyorsa onu kullanmaya, onu yansıtmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de milliyetçi bir duyguyla yapmıyorum. Tarihçilerin milliyetçi olmaması gerektiğine inanıyorum. Çünkü o zaman olayı doğru değerlendiremezsiniz. Yani size yakın kişilerin tarihini başka, uzak olanların tarihini başka yazarsınız. O zaman tarihçi subjektif olur. Oysaki objektif olmalıdır. Ne görüyorsa, belgeler neyi anlatıyorsa onu yazmalı. Arkeolojik belge birinci elden kaynaktır. Orada artık doğru mu, yalan mı söylüyor diye bir tartışma olmaz. Herodot’u okuduğumuzda onun ne kadar doğru söylediğini bilmiyoruz. Arkeolojik belge doğruyu söyler. Yoruma gerek yoktur.

Şimdi biz arkeolojik verilere göre, bizim araştırmalarımızda not ettiklerimiz nelerse onları daha açık bir dille son olarak yayınlamak istiyoruz. Daha sağlıklı bir şekilde, net olarak ne dediğimizi hiç yandan dolaştırmadan ifade edecek bir kitap yapmayı düşünüyoruz.

Nuray Pehlivan - gazeteduvar.com.tr