Niğde Ören Yerleri

Niğde Ören Yerleri

Niğde Ören Yerleri

Kaletepe

Orta Anadolu’nun en büyük yanardağla­rından biri olan GÖLLÜ DAĞ’ ın eteklerinde, denizden yaklaşık 1600 metre yükseklikte bulunan KALETEPE DERESİ’ dir. Bölgedeki volkanik etkinlikler, tarih öncesi topluluk­ların aletlerini yaptığı bir doğal cam olan obsidiyenin ortaya çıkmasını sağlamıştır.. Buradaki arkeolojik tabakalanma, en ye­nileri 160 bin yıldan daha öncesine tarihle­nen değişik insan yerleşimlerine ait kanıtlar içermektedir. Sadece Orta Anadolu değil, tüm Türkiye, Yakındoğu ve hatta Doğu Av­rupa için de bu kadar uzun bir süreyi içe­ren Paleolitik Çağ tabakalanması büyük bir önem taşımaktadır. Acheul kültürünün evri­mini yansıtan bu tabakalanma Anadolu için eşsizdir. Hâlâ kazılmakta olan bu açık hava buluntu yeri, Türkiye’nin en önemli Paleo­litik Çağ yerleşimlerinden biri ve Anadolu yarımadasının ilk iskânıyla ilgili sorulara ya-nıt verebilecek, şimdilik bilinen tek buluntu yeridir. Kaletepe Deresi Paleolitik Çağ ka­zıları, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana­bilim Dalı ve Mission de Préhistoire Anato­lien (Fransa Dışişleri Bakanlığı) işbirliği ile Kömürcü-Kaletepe Obsidiyen Atölyesi Kazı Projesi kapsamında yürütülmektedir. Pale­olitik Çağ çalışmalarının sürdürüldüğü ve Kaletepe Deresi 3 olarak adlandırılan Ple­istosen tabakalanması, 2000 yılında Neoli­tik Çağ Obsidiyen atölyesi kazıları sırasın­da keşfedilmiştir. Günümüzden 600 bin yıl öncesine kadar giden Kaletepe, Obsidiyen volkanik cam atölyesi kazısı Niğde Müzesi başkanlığında İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nur Balkan Atlı’nın bilimsel danış­manlığında sürdürülmektedir. 


Köşk Höyük
Niğde ili, Bahçeli beldesinde Roma ha­vuzunun doğusundaki kayalık yamaç üzerinde yer alan Köşk Höyük’te, 1981 yı­lından beri Ankara Üniversitesi Dil ve Ta­rih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Niğde Müzesi arkeologları tarafından sürdürülen kazılar, Bor ovasının en eski tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumu­nun (M.Ö.6050–4911) bu alana yerleştiği­ni göstermektedir. Beş tabaka halindeki yerleşimin ilk dört tabakası Geç Neolitik, en geç tabakası ise Erken Kalkolitik devre aittir. Neolitik dönemde gereksinime göre genişletilen çok odalı küçük mekânlardan oluşan mimari mevcuttur. Kalkolitik dö­nemde ise sokakların üstüne sıralanan bitişik düzendeki konutlar belli bir plana göre inşa edilmiştir. Bu dönem insanlarının, ölülerini konutların tabanına gömdükleri anlaşılmaktadır. Köşk Höyük’ün ölü göm­me âdeti açısından önemi; çoğu yetişkin ve bazı çocuklara uygulanan başın gövdeden ayrılarak yüzün kille sıvanıp, yüz organları­nın belirtilmesi ve aşı boyası ile boyanarak onlara canlılık kazandırılmasıdır. Bu uygula­ma, Filistin, İsrail, Ürdün ve güney Suriye’de M.Ö. 10000–8000 arasında görülmektedir.
Göltepe - Kestel Ören Yeri

İlk Tunç çağına (M.Ö. 3200–2000) ait Kestel Maden Ocağı, Niğde dağları etek­lerinde Çamardı İlçesi Celaller Köyü sınır­ları içerisindedir. Maden, kendisine çağ­daş bir cevher işleme atölyesi ve yerleşim yeri olan Göltepe’nin karşısındadır. Kalay cevheri kasiteritin madenden çıkarılma­sında, önce cevher damarının altına bir ateş yakılıp damar iyice ısıtılınca su serpi­lerek çatlatılıyordu. Maden ocağı ve gale­riler sistemi, dağın içerisinde bir dolambaç gibi toplam 1,5 km. alana yayılmaktadır. Erken Tunç çağına ait Göltepe yine ken­disi ile çağdaş ve kalay madeni olan Kes­tel ile karşı karşıyadır. Göltepe ve Kestel Madenindeki kazılarda çok sayıda cev­her zenginleştirme aletleri bulunmuştur. Göltepe’de büyük miktarda kalay made­nin işlendiğini, kalay cüruf içerikli potalar göstermiştir. Potalarda eritildikten sonra, eritilen kalay kalıplara dökülüp, kalay kül­çeleri elde ediliyordu. Bu metalürjik işle­min son aşaması kalayın bakır ile birleş­tirilerek bronz alaşımının hazırlanmasıydı. Gelişmiş bir teknolojinin ürünü olan bu maden, Eski Tunç çağında her türlü ale-tin, silah ve takının yapımında kullanılmış­tır. Bu alanlardaki kazı çalışmaları Niğde Müzesinin Başkanlığında ve Chicago Üni­versitesi Oriental Enstitüt’ten Prof. Dr. K. Aslıhan YENER’ in bilimsel başkanlığında yürütülmüştür. 

Porsuk Höyük

Niğde İli, Ulukışla İlçesi, Porsuk Köyü sınır­ları içerisinde yer alan ve yöre halkı arasında Zeyve Höyük olarak da adlandırılan Porsuk Höyük, Niğde İline 55 km. olup, Ulukışla İlçesi’ne ise 9km. mesafededir. Eski Porsuk Köyü’nün 3km. kuzeybatısında, Ankara-Adana karayolunun yaklaşık 500 m. güney­doğusunda yer almaktadır. İçerisinde Hitit yerleşimini barındıran hö­yük, Demir çağı ağırlıklı olup, Geç Roma dö­nemine kadar bir tabakalaşma vermektedir. Höyükte kazı çalışmaları; 1970’li yıllardan beri Fransız bir ekip tarafından yürütülmek­tedir. Bu kazı ekibinin başkanı 2003 yılında değişmiştir. Yeni oluşan kazı ekibi Bakanlı­ğa 2003_2008 yıllarını kapsayan 5 yıllık bir kazı programı sunmuştur. Kazılarda bulunan eserler Niğde Müzesi’nde sergilenmektedir.

Göllüdağ Ören Yeri

Niğde il merkezinin kuzey yönünde olup, il merkezine 60km. uzaklıktadır. Kömürcü Köyü yakınında bulunan Göllüdağ, deniz se­viyesinden 2172m. yükseklikte korunaklı bir şehirdir. Volkanik bir dağ olan Göllüdağ’ın konik olan zirvesinde bir de krater göl mev­cuttur. Bu krater gölden dolayı da Göllüdağ olarak adlandırılmıştır.

M.Ö.1200 yıllarında Ege göçleri sonra­sında Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla Anadolu’da oluşan geç Hitit şehir devletle­rinden birisi de bölgemizdeki Tabal’dır. Bu dönemde Göllüdağ, Tabal ülkesinde yeri belli olan şehir devletlerindendir. Göllüdağ ören yerinde ilk kazı çalışmalarına 1934 yı­lında Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık tarafından başlanılmıştır. Kazı çalışmalarına 1968–1969 yıllarında Burhan Tezcan tarafından devam edilmiştir. Bu tarihten 1992 yılına kadar ka­zılara ara verilmiştir. 1992–1996 yılları ara­sında ise, Niğde Müze Müdürlüğü’nün de­netiminde, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Wulf Schirmer’ in katılımıyla devam edilmiştir.

Göllüdağ, M.Ö. 8–7 yy.dan kalma etrafı dıştan tamamen surla çevrilmiş bir Geç-Hitit şehridir.

Saray ve mabet olabilecek orthostatlı yapı da ikinci bir surla çevrilerek koruma altına alınmıştır. İki sur arasında da birbirinin simet­riği olan yapılar kompleksi bulunmaktadır. Ele geçen heykeltıraşlık eserlerinin kısmen işlenmesi, büyük ölçüde ise işlenmeden bı­rakılması, şehrin inşasının tamamlanmadan terk edildiğini göstermektedir. Ancak hangi nedenle halkın şehri terk ettiği bilinmemek­tedir.

Tyana Ören Yeri

Antik Tyana örenleri, Bor ilçesi, Kemerhi­sar kasabasındadır. Ören yeri, Kemerhisar Kasabasının büyük bir bölümünün altında kalmıştır. Kasabanın muhtelif yerlerinde çe­şitli durumlarda bulunan önemli heykeltıraş­lık eserler ve ören yerinde yapılan bilimsel kazılar neticesinde çıkan eserler ve mimari parçalar Niğde Müzesi’nde sergilenmekte­dir. Bahçeli kasabası’nda bulunan ve Roma havuzu adıyla adlandırılan antik havuza hayat veren kaynak suyunun Roma devrin­de yapılan kemerlerle taşınmasına yönelik oluşturulan kemerlerden dolayı kasaba Ke­merhisar adını almıştır. Roma havuzundan itibaren Kemerhisar Kasabası içlerine kadar ki bölümde kemerler toprak altındadır. Kalan bölümdeki ve kazı alanına kadar olan ke­merler ise toprak üzerindedir Halen büyük bir bölümü ayakta bulunan su kemerleriyle Roma havuzundan şehre su taşınmaktaydı.

Su kemerleri M.S. II-III. yy.’lara aittir. Tyana Ören yeri I.II. ve III. dereceli arkeolojik sit ala­nı olarak koruma altına alınmıştır.

Tarih öncesinden Hititler’in yıkılışı­na değin pek çok uygarlığa mekân olan Kemerhisar(Tyana), Hititler döneminde Tu­wanuwa, Roma’da ise Tyana olarak tanı­nıyor. Tuwanuwa Geç Hitit döneminin baş­kentidir. Ünlü kral Warpalawa İ.Ö.738–715 yıllarında bu kentte hüküm sürmüştür.

M.Ö.30-M.S. 395 yıllarını kapsayan Roma döneminde, Kemerhisar(Tyana) yoğun yapı­laşma ile tarihinin en önemli evresini yaşadı. Antik kent saraylarla, tapınaklarla, su ke­merleriyle ve yerleşim birimleriyle büyük bir kent konumuna geldi. Tyana’nın en parlak dönemi hiç kuşkusuz Roma çağıdır. Bu dö­nemde iki kez Güney Kapadokya Krallığı’nın başkentliğini yapmıştır.

Antik Tyana kentinde 2000 yılından beri bir İtalyan ekip tarafından bilimsel kazılar sürdürülmektedir.


Andabalis, Eski Andaval

Tarihi kaynaklarda adı Andavilis, Adda­ualis, Ambavalis olarak geçen yerleşim Geç antik dönemde, İstanbul’dan Kilikya Pylaisi’ne giden yol üzerinde bir istasyon görevi üstlenmiştir. Niğde İli’nin 8 km. ku­zeydoğusunda, merkez ilçeye bağlı Aktaş köyü yakınında ve bugünkü Yeniköy (Yeni Mahalle)’de bulunan Bizans dönemine ait kilise ilk olarak W.J.HAMİLTON’ un 1842 yılında basılan seyahatnamesinde kısaca anlatılmaktadır. Seyyah, Eski Andaval’daki kilisenin Konstantinos’un annesi Helena’ya adanmış bir kilise olduğunu belirtmektedir. Günümüzden yaklaşık olarak 1500 yıl ön­cesine ait olan Andaval Kilisesinin kazı ve yenileme çalışmaları Niğde Müzesi Müdür­lüğü başkanlığında Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Sacit PEKAK’ın bilim­sel danışmanlığında yürütülmektedir.

Gümüşler Manastırı

Manastırın yer aldığı Gümüşler kasaba­sının Orta Çağdaki adı ve tarihi hakkında dönem kaynağı bulunmamaktadır. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, kuvvetli ihtimalle 8-12 yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Büyük bir kaya kilisenin içine oyulan manastır Kapadok­ya bölgesindeki günümüze iyi korunarak gelmiş ve en büyük manastırlardan biri­sidir.

Kapadokya’da kayaya oyulmuş pek çok manastır bulunmaktadır ve bazı bilim adamları bunları yemekhaneli(trapezalı) ve açık avlulu olmak üzere iki grupta ele almaktadır. Gümüşler Manastırı ikinci grup dâhilindedir. Manastırın en önemli yapısı, kompleksin kuzeyinde yer alan kilisedir. Ana giriş kapısının tam karşı­sındadır. Manastıra orta avludan geçi­lerek ulaşılır. Manastırın avlu yüksekliği 14 metredir. Manastırda yer alan diğer mekânların pek çoğunun işlevi bilinme­mektedir. Orta avluda mezarlar ve erzak depoları bulunmaktadır. Girişte avlunun sol tarafında yer altı şehri bulunmaktadır. Yeraltı şehrinden toprak yüzeyine ulaşan havalandırma ve megafon şeklinde ha­berleşme sistemi vardır.

Kilisenin duvar resimlerinde en az üç farklı ustanın çalıştığı düşünülmektedir. Ana apsis­teki üç şerit halindeki resimlerin en üstünde­ki tahtta İsa, sağında iki melek, İncil yazarları­nın sembolleri ile Desis sahnesinde yer alan Meryem ve havariler, en alttaki şeritte ise Kayserili Büyük Basileios, Nysa’lı Gregorios, Nazians’lı Gregorios gibi kilise babalarının resimleri yer almaktadır.

Kuzey haç kolundaki Meryem’e Müjde, İsa’nın doğumu ve Tapınağa Takdimi sah­neleri ile Vaftizci Yahya ve Aziz Stephanos figürleri ikinci bir sanatçının elinden çıkmış olmalıdır. İç narteksten naosa giriş kapı­sının güneyindeki Meryem ve çocuk İsa ile iki yanlarındaki baş melekler Gabriel ve Mikael figürleri üçüncü sanatçıya aittir. Narteksin üstündeki bir odanın duvarların­da Kapadokya’da örneği görülmeyen, av sahneleri, çeşitli hayvanlardan oluşan bir kompozisyon dikkat çekmektedir. Kapadok­ya’daki pek çok kilisede olduğu gibi, Gü­müşler Manastırında da duvar resimlerinin ikonografik ve üslup özelliklerine göre tarih­lendirme yapılabilmektedir. Manastırdaki du­var resimleri İngiliz arkeolog-restoratör Mic­hel Gough tarafından 1960 lı yıllarda tamir edilmiştir. Kilisedeki resimlerin bu özellikleri ve karşılaştırmalı değerlendirmeler yöntemi ile 11./12. yy.l’ara tarihlendirmek mümkündür.


Kuş Kayası Kaya Mezarları
Niğde İli, Merkez ilçeye bağlı Karatlı Ka­sabasındadır. Kasabanın güneybatısında bulunan kaya mezarları, bir vadinin iki ya­macında bulunmaktadır. Mezarlar vadinin güney yamacında 11 adet, kuzey yamacında 4 adet olmak üzere 15 adettir. Birbirine ben­zeyen bu mezarların içlerinde klineler yer alır. Bir mezarın içinde aşı boyasıyla yapıl­mış dağ keçisini kovalayan köpek figürleri yer almaktadır. Bu kaya mezarlarının tama­mının giriş kapıları üzerinde sağır pencere gibi delikler vardır. Bu kapıların sağında ve solunda stilize insan figürleri kabartma ola­rak işlenmiştir. 

Karatlı Tatarlar Mezarlığı

Kınık Höyük
Kapadokya’da Bir Yeni Kazı

Lorenzo d’Alfonso – Mehmet Işıklı
ISAW, New York Üniversitesi – Erzurum Üniversitesi

İtalya’nın Pavia Üniversitesi’nden bir ekip tarafından 2006­-2009 yılları arasında Güney Kapadokya Bölgesi’nde siste­matik bir yüzey araştırması çalışması gerçekleştirilmiştir.

(d’Alfonso 2010). Söz konusu yüzey araştırmasının gerçekleştirildiği bölge tarihsel süreç ve arkeolojik veriler açısından oldukça zengin bir bölgedir. Buna karşın bölgede yapılan araştırmalar son derece sınırlıdır. (Gürel – Lermi 2010). Bu yüzey araştırmaları sırasında 800 km2 bir alan taranmış ve bu alanda 40 yerleşim birimi tespit edilmiştir. Araştırmalar sırasında Niğde Üniversitesi’nden jeologlarla yapılan işbirliği sonucunda tespit edilen yerleşmelerde 8.000 yılda meydana gelen iklim değişimlerine bağlı olarak yerleşim modellerinde yaşanan değişiklikler daha net bir şekilde anlaşılabilmiştir. Bu araştırmalar sırasında tespit edilen yerleşimler arasında Kınık Höyük (Res. 1-3), sahip olduğu özelliklerle Klasik Dönem öncesi için bir anahtar yerleşim olarak dikkati çekmektedir. (d’Alfonso – Mora 2011). 2010 yılında Kınık Höyük’de gerçekleştirilen jeofizik araştırmaları, yüzey toprağı altında iyi korunmuş durumda anıtsal yapıların varlığını göstermiştir.


Yüzey araştırmaları ve jeofizik araştırmalarının sonuçları sayesinde ve Türk Hükümeti’nden gerekli iznin alınmasıyla Kınık Höyük Kazıları 2011’de başlatılmıştır. İlk yıl için Kınık Höyük’deki proje uluslar arası bir nitelik kazanmıştır. Kınık Höyük kazıları projesine Pavia Üniversitesi’nin yanı sıra New York Üniversitesi, ISAW Enstitüsü de destek vermektedir. Ayrıca bölge ve yerleşimin “paleo-coğrafya” araştırmaları için Niğde Üniversitesi Jeoloji Bölümü ile var olan işbirliği devam etmektedir. Diğer yandan bu yıl kazının eş başkanı olarak Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Işıklı öğrencilerinden oluşan bir ekiple çalışmalara katılmıştır. Kınık Höyük 300x300 m. (Res. 2-3) ölçülerinde, 20 m. yüksekliğinde, kabaca kare şekle sahip bir tepedir. Yerleşimin merkezi, höyüğün zirvesinde ve teras kısımlarında yer alıyor olmalıydı. Bununla birlikte, höyüğün çevresinde yapılan yoğun yüzey araştırmaları yaklaşık 24 hektarlık büyük bir aşağı şehrin olduğunu göstermektedir.  

Bu kesimden gelen yüzey araştırması materyallerine baktığımızda höyüğün Erken Bronz Çağı’ndan Orta Çağ’a değin yerleşim gördüğü anlaşılmaktadır; fakat keramik ağırlıklı yüzey araştırması verileri yerleşimin özellikle Demir Çağı’nda önemli ve gelişkin bir süreç yaşadığına işaret etmektedir. Bu durum, yörede varlığı bilinen ve yine Demir Çağ’a tarihlenen yazıtlar, kaya ve taş kabartmaları/steller dikkate alındığında çok da şaşırtıcı değildir. Bölge ve Kınık Höyük civarı Demir Çağı’nda önemli bir bölgesel merkez olmalıdır. Özellikle yazılı belgelerden bilinen fakat arkeolojik olarak neredeyse hiç bilinmeyen Geç Hitit Dönemi’nin unutulan krallığı Tuwana’ya (Res. 4) ev sahipliği yapıyor olmalıdır.   

Kınık Höyük’ün tanımlanmasıyla ilgili bazı bilgilere sahibiz: Meriggi bir yayınında (1962: 270-272) Hitit metinlerinde geçen Uda, daha geç metinlerde geçen Hyde kentiyle Kı­nık Höyük’ü özdeşleştirir. Bölgeden söz eden Helenistik Dönem yazılı belgelerinde ise Kınık Höyük’ün adı­nın Dratai olarak geçtiği düşünül­mektedir. Bu isim Bizans Dönemi yazılı belgelerinde Frourion Drizion ve­ya Idrizion olarak geçmektedir.

Roma Dönemi’nin ünlü atlası Tabula Peutingeriana’da ise yerleşim Tracias olarak gösterilmektedir. Sonuç ola­rak yukarıdaki bu önerilerin tartış­maya hâlâ açık olduğunu ve kesin kanıtlara henüz ulaşılamadığını be­lirtmeliyiz.

2011 yılının Ağustos ayı sonlarında başlayıp, Ekim ayı başlarında sona eren Kınık Höyük 2011 kazı sezonu çalışmaları A, B ve C (Res. 6) olmak üzere 3 ayrı alanda gerçekleştirilmiş­tir. Höyüğün tepe kesiminde yer alan 10x30 m. ölçülerindeki B açmasında Selçuklu Dönemi’ne tarihlenen en geç evre olan Level I tespit edilmiştir. B alanının güneyindeki yanık ve kül­lü alanda, cam ve keramik cüruşarı içeren kültürel bir dolgu tabakası ka­zılırken kuzey kısmında ise yerel dere taşlarından inşa edilmiş evsel bir mi­mari açığa çıkarılmıştır (Res. 7-9). Gü­neydeki dolgu tabakasının üretimle ilgili bir alan olabileceği düşünül­mektedir. Bu, üretim alanının kazı alanından çokta uzakta olmadığını göstermektedir Bu kesimde ayrıca Selçuklu Dönemi’ne tarihlenen Level I’in hemen altında Helenistik Döne­m’e tarihlenen malzemeler veren ve Level II olarak adlandırılan bir tabaka daha tespit edilmiştir.

Diğer iki çalışma alanı olan A ve C açmaları höyüğün kuzey ve güney­batı yamacında yer almaktadır. A aç­ması yamaç profilindeki jeomorfolo­jik çöküntünün hemen yanında yer almaktadır. Höyüğe yaptığımız ilk zi yaret sırasında gördüğümüz bu çö­küntü alan yerleşime ait surlar üze­rinde anıtsal gizli bir kapı için en uy­gun yerin burası olabileceğini bize düşündürmektedir. Bir derinlik son­dajı açması olan A açmasında ilk ön­ce yüzey birikintisi toprak temizlen­miş ve hemen altından Level IA ola­rak tanımlanan kerpiç blokları ve kısmen düzgün bir duvardan oluşan ikinci bir birimle karşılaşılmıştır. Bu­nun altında ise yerleşime ışık tutan etkileyici kale/sur duvarları açığa çı­kartıldı. Bu sur duvarı 4 m.’den daha geniş ve tamamıyla taşlardan örül­müştür. Duvarı oluşturan taşlar işlen­memiş ve orta büyüklüktedir (Ø~30 cm.). Söz konusu sur duvarının dış tarafında açılan derinlik sondajında toplam 5.50 m. derine inilmiş ve bu iki mimari evre tespit edilmiş­tir. İlk evre, korunmuş sur duvarının en yukarısından yaklaşık 3.50 m.’ye kadar devam eder alanda (Res. 10-11). Anıt­sal surun üzerinde tespit edilen oriji­nal, kaba parçacıklardan arındırıl­mış pütürsüz kilden yapılmış sıva olağanüstüdür ve korunması gerek­mektedir. Bu sıvalı duvarın hemen altında ikinci evre mimarisi gözlen­mektedir. Bu mimari ile bağlantılı olan fakat sur duvarına dik olarak duran başka bir taş duvar burada bulunmaktadır (Res. 12). Olasılıkla bu duvar kapı yapısıyla alakalıdır.

Höyüğün güney yamacında yer alan C açması, yerleşimi çevreleyen sur duvarları hakkında daha fazla bil­gi vermektedir. Höyüğün güney ya­macında hemen hemen orta kesimin­de yer alan bu açma 6 m. aralıklarla açılmış 4 sondaj alanından oluşmak­tadır. Her bir sondaj alanında iç kale­nin taş duvarları tespit edilmiştir. Ku­zeydeki A açmasındaki sur duvarının aksine buradaki açmalarda sitadel duvarının iç kısmının açığa çıkartıl­ması ve daha net bir tabakalanmanın yakalanabilmesi mümkün olmakta­dır. C açmasındaki sur duvarı Geç ve Orta Demir Çağ malzemesi sunan ve iyi korunmuş bir mimari barındıran tabakalara dayanmaktadır. Bu taba­kalardan aynı zamanda iyi bir şekilde bezenmiş (boyanmış veya kalıpta ya-pılmış) oldukça kaliteli seramik par­çaları ele geçmektedir. 2011 Kınık Höyük kazıları, yerleşimin çok iyi ko­runmuş iç kale surlarının gün ışığına çıkarılması açısından çok önemli bir yıl olmuştur. Bu surlar bölgede (Gü­ney Kapadokya’da Klasik Dönem ön­cesi için karşılaştırılabilecek başka bir örnek yoktur ve bu nedenle eşsiz bir örnektir.

Gelecek yıl (2012) devam edecek Kınık Höyük kazılarında ön­celikli olarak bu surların sağlamlaştı­rılması (konservasyon) ve restorasyo­nuna ağırlık verilecektir.


Teşekkürler

Kınık Höyük Kazısı olarak 2011 se­zonunda büyük desteğini gördüğü­müz Pavia Üniversitesi’ne, IUSS Pavia’ya, Niğde Valiliği’ne, Pavia İli’ne, Ye­şilyurt Beldesi Başkanlığı’na, Altun­hisar Belediyesi’ne, Albertini Banka­sı’na ve Dr. Ernesto Marelli’ye çok te­şekkür ederiz. Ayrıca Prof. A. Tanış’a ve Bakanlık temsilcisi Ali Atmaca’ya da teşekkür ederiz.


KAYNAKÇA / BIBLIOGRAFIA

D’ALFONSO, L. 2010, “Geo-Archaeological Survey in Northern Tyanitis and the Ancient History of Southern Cappadocia”, in D’ALFONSO – BALZA – MORA 2010: 27-52. D’ALFONSO, L. – BALZA, M. E. – MORA, C. (edd.) 2010, Geo-Archaeological Activities in Sout­hern Cappadocia – Turkey, (StMed 22), Pavia.

D’ALFONSO, L. – MORA, C. 2011, “Missione archeologica in Cappadocia meridionale, 2010”, Athenaeum 98, 549-564.

EQUINI SCHNEIDER, E. et al. 1997, “Varia Cappadocica”, Archeologia Classica 49, 101-238. GÜREL, A. – LERMI, A. 2010, “Pleistocene-Holocene Fills of the Ereğli-Bor Plain (Central Anato­lia): Recent Geo-Archaeological Contributions”, in D’ALFONSO – BALZA – MORA 2010, 55-68.
MERIGGI P. 1962, “Alcuni monticoli di Kataonia”, Oriens Antiquus 1, 265-278.


 







 

 






 

İlgili Haberler


Benzer Haberler & Reklamlar