Arkeoloji Müzesi'nin densiz ziyaretçileri

Arkeoloji Müzesi'nin densiz ziyaretçileri

Roma döneminden kalma aslan heykelinin üzerine, ata biner gibi binip, heykele; "Bırııışşşşş bırııışşşş" diyen ziyaretçi, güvenlik müdahale edince 'Olay bir fotoğraf çekileceğiz yaa, para verdik buraya ya' dedi.

Ebru Nisa Gürbüz, milliyet.com.tr sitesinde arkeoloji müzeleri ile ilgili ilginç anısını paylaştı. Arkeoloji.tv'nin aynı mekanda "oha" diye kullandığı görüntüler geldi aklımıza.

İşte o vido ve Ebru Nisa Gürbüz'ün "Arkeoloji Müzesi'ndeki ziyaretçi terörü" başlıklı yazısı.

Hani pikniğe gideriz de çayır çimen yatarız ya... Adamın biri, Arkeoloji Müzesi'ndeki sütunların üzerine o şekilde uzanıp arkadaşına poz veriyordu...

Biz bu ülkede neyi çok severiz? 

Sanatı!

Ne zamandan beri?

Galatasaray sergileri kurulduğundan beri...

YALAN, Instagram bu kadar popüler olduğundan beri!

Sosyal medyanın bazı durumlarda araç olmasında hiçbir sakınca görmüyorum fakat bu her zaman her şartta istediğimiz gibi olamayabiliyor.

Biz sanatla gerçekten bu kadar ilgili miyiz? Acaba galeri ya da müzelerde fotoğraf çekmek yasaklansa, bu ilgimiz aynı şekilde kalır mıydı?

Siz bunu düşünürken ben size küçük bir hikaye anlatayım.

Bir gün bir arkadaşımla Arkeoloji Müzesi'ne gitmek istedik. Onun ödevi vardı ama asıl amaç, Instagram'a malzeme çıksın! Gülhane’nin Topkapı Sarayı'na çıkan yokuşunda iki kişi gördük. Biri siyah, diğeri kahverengi deri ceket giymişlerdi. Görüntü olarak Arkeoloji Müzesi gezmekten ziyade, servisten son model arabalarını almaya gelmiş tipler gibi duruyorlardı. Hemen önümüzde yürüdükleri için “Of bugün de ne kadar sosyaliz yaa, turist gibiyiz, İstanbul’un turistleri biziz” diyaloglarını çok net duyabiliyorduk. Daha sonra müzenin bahçesine girdik, bu bahçenin kapısından geçtikten sonra hemen yerlere atılan sütunlar ile karşılaşıyorsunuz. Tabii bunlar sonradan yapılma değil, hepsi orijinal dönemlere ait, gerçek tarihi sütunlar. Tabii biz de dahil olmak üzere herkes fotoğraf çekiyor. Bu tip durumlarda dozunu ayarlayabilmek inanın çok önemli. Kafamı çevirmemle az önce önümden yürüyen siyah deri ceketli çocuk ile göz göze gelmem bir oldu. Hani pikniğe gideriz de çayır çimen yatarız ya, sütunun üstüne o şekilde uzanmıştı. Kahverengi ceketli de onu çekiyordu. Pozdan sıkılmış olacak ki, çamurlu ayakkabılarını sütunun üstüne koyarak başka bir sanatsal poza geçti.
 
Uyaran yok muydu? Maalesef yoktu.
 
İçeride herkes eserlere dokunarak bakıyordu. Dokunmadan asla bakılmaz!

Arkadaşım ödevini hazırlıyordu, güzel güzel dolaşıyorduk, derken üstte anlattığım muhteşem ikili yine karşımıza çıktı. Ama bu sefer yer değiştirmişlerdi. Kahverengi deri ceketli olan, Roma döneminden kalma aslan heykelinin üzerine çıkıp, ata biner gibi binip, heyekele; "Bırııışşşşş bırııışşşş" diyordu. Bu sefer güvenlik müdahale edince de, “Olay bir fotoğraf çekileceğiz yaa, para verdik buraya ya" dediler.

Şimdi ağlayalım mı gülelim mi ? 

Sadece Türkler değil. Ayasofya’da da mozaikleri tırnak törpüsüyle kaldırmaya çalışıp ve bunu ülkesine hediye olarak götürmek isteyen turist bir hanım  gördük. Sanırım Aslan heykelini at yapıp 'bırışş bırışş' diye kırbaçlamaya kalkmak bu hareketin yanında masum kalıyor. 

Durum böyle olunca da insan bir şaşıp kalıyor. Sanat ne için var, kim için var, sorguluyor. Tabii buradaki sanat Serdar Ortaç’ın 'Aşk bu kızıl ötesi, yaralı müzesi' tarzı bir sanat değil. Sanatçı hiç değil. Biliyorsunuz ki bizim sanat ve sanatçı algımız da çok farklı. Mesela şarkı söylüyorsan, belki de sadece şarkı söylüyorsundur.

Bir tabloya bakınca hepimiz aynı şeyi hissedemeyiz, hissetmek zorunda da değiliz. Hatta hiçbir şey hissetmeyebiliriz. Şart değil, lakin karşı taraftakini köreltemeyiz. Biz sıkışıp kaldık diye başkasının penceresini de kapatamayız.

Demem o ki, asıl sanatın ve asıl sanatçının katiliyiz!


Benzer Haberler & Reklamlar